30.6.13

şurdan iki kişi

bir gün aynı otobüse denk geliriz diye
hep iki kişilik bozukluğum var
iki kişilik yalnızım

19.6.13

fahişeler de mi ürer?

türkiye'de fahişelik yasaldır, suç değildir. fahişelerin işlerini icraa ettiği genel evler devlet tarafından ruhsatlanır, denetlenir.

bağnaz biri değilseniz yukarıdaki cümlelerden genel ev müdavimi olduğumu çıkartmazsınız. bunları öğrenmek için okumak yetiyor.

türkiye cumhuriyeti sağlık bakanlığı'nın 2000 yılında yayınladığı "aylık hastalık izleme" istatistiklerine göre türkiye'de toplam 2661 fahişe varmış. [kaynak: vikipedi]
kaynak: vikipedi - türkiye'de fahişelik
2661 kadın nasıl bir hızla ürediyse, ülkemiz orospu çocuğundan geçilmez durumda.

17.6.13

arabesk

şimdi yirmilerindesin tabii
uzun bir süre de öyle kalacaksın
sadece sokağın sonundan bakacaksın
bana
hiç yakın olmadın, uzaksın

en büyük korkum
kırklı yaşlarında
ortasında, bir sokağın
ayaklarımı yere çivileyip
"nerden bilecektim beni sevdiğini?"
diye gülme ihtimalim ağlayarak

bu kadar uzakken kucağına
nerden bilebilirdim aşık olduğunu bana?
behrinda
yirmi yaşındayım ama
kırk yıldır uzağım sana, aklına

15.6.13

dünyalıların üreme tutkusu ve dünya nüfusu

içinde bulunduğumuz asırda dünya bu zamana dek üzerinde taşıdığı en kalabalık nüfusa sahip. yine de gözünüzde devasa canlandırmayın, "dünya yüzeyinin %99.3'ünde insan bulunmuyor." [1]

genç nüfus daha çok işçi ve emekçi anlamlarına geliyor. "modernizm" düşünüldüğü gibi genç dimağların ürünü değil. tamam genç dünyalılar teknoloji ve fikir üretiminde daha çalışkanlar ama dünyalılar orta yaş ve üzeri dünyalıların ürettiği teknolojilere ütopya gözüyle bakmaya devam ediyor. örnek olarak bakınız, steve jobs

yani dünyalıların üreme tutkusu tıp ve teknolojiyi pek de ileri şartlara taşımıyor. ki taşıyor olsa da bugün doğan çocuk büyük ihtimalle kendinden 40 yıl sonra doğan çocuklar için faydalı işler yapacak. yani bugün benim doğurtmam bana teknoloji anlamında pek katkı sağlamayacak.

artık tıbbı ve teknolojiyi bir kenara bırakarak insanın üreme tutkusunu kanıtlamaya çalışalım.

her kız çocuğu konuşmayı öğrendiği yaşlarda gelecekteki çocuğuna isim düşünmeye başlıyormuş. [2] bu da üreme tutkusunun ilahi bir güç tarafından dünyalıların belleğine varsayılan olarak eklendiği anlamına geliyor. yani birey anne-baba ya da toplumun yönlendirmesiyle değil, aklen bir başkasının itici kuvveti olmadan üremeyi amaçlıyor. bu fikrime karşı fikirler üretilebilir "bebek anne karnındayken dışarıdaki konuşmaların odağı "çocuk" olduğu için bebek anne karnında isim düşünmeyi öğrenmiştir" diyebilirsiniz. yani ben kendi fikrime bu karşı fikri ürettim ve karşı fikrime de yine bir karşı fikir olarak anne karnında isim düşünmeyi öğrendiğini varsayarsak bu durum erkek çocuklarında da gözlemlenmeliydi fikrimi sunarım. yine bu fikrime de "anne karnındaki kız bebek ile anne arasında daha farklı bir iletişim var" gibi kolpa bir karşı fikir sunulabilir tabii ama uğraşamam şimdi.

erkek çocuklarda da kız çocuğunun gelecekteki çocuğuna isim düşünmesine benzer üreme tutkusunu açık edecek davranışlara rastlanabilir. bence o davranışları burada dillendirmeye gerek yok.

merak ettiğim bir şey var. üre üre nereye kadar hacı? dünyalı, üreye üreye mi kendi sonunu getirecek? biliyorsunuz ki yeni nesiller yeni akımlar (trendler) doğuruyor. kuşak çatışması diye bir dert var ve bu dert pek de modern değil. kuşak çatışması insanoğlunun varoluşuna kadar dayanıyor.

ve şunu da not düşmezsem ayıp olacak, hızla üreyen toplumların ortak yanları fakir olması ve eğitim düzeylerinin diğer ülkelere kıyasla hayli düşük olması. dünyalı kendini üretmek yerine fikir üretmeye odaklansa daha iyi olur galiba. esen kalın.

referanslar:
  1. ekşi sözlük - dünya yüzeyinin yüzde 99.3'ünde insan bulunmaması
  2. ekşi sözlük - öğrenildiğinde ufku iki katına çıkaran şeyler #478

nasıl yazdım bunu

İnsanın konuşma tarzı acaba kağıda yazarken internet ortamına yazarken de aynı mı ?

aslında kişiden kişiye göre insanın konuşması değişir bana göre ( devrik cümle oldu sanki neyse böyle kalsın (şu anki içimden geçirdiğim cümle) ) parantez içine benzer gibi değil mi bizim düşüncelerimiz veya yazılarımız öyle gibi geliyor bana yanlış biliyorsam aydınlatın arkadaş düşüncelerimi düşüncelerinizle karşılaştırın ( böyle cümle mi olur la (der gibi ) ) sonucu bulamazmıydık sanki sen böyle yapsaydın farklı bir şeyler mi olurdu anlayamadım hani derler ya şunu uzatsan ölür müsün (evet lan ölürüm kalk sen al (dermişcesine geçirirsin içinden) ) ama parantez içindeki cümlenin dışındaki cümleye oranı aynıymıydı yoksa anlamı farklıymıydı neden böyle oldu anlayamadın ama anlamak istediğin bu değildi belki yazdığın ilk yazı hayatındaki en saçma yazıydı belki evrenin en saçma cümlesiydi belki de kendine ait türkçede bir kural bulmuştun ama inandıramıyordun çünkü kimseye anlatmamıştın ( lan dürüst insan madem anlatmadın nasıl anlasınlar ) ) başkaları onu düşünebiliyordu sanki belkide sana öyle geliyordur ( bu parantez içi ne anlatmak istemişti hâlâ bulamamıştın belkide ben bulamamıştım (bu nasıl bir yazı lan der gibi parantez 
içine eklersin belki bir parantez daha (bu parantezler farklı bir anlam mı katıyor acaba?))) 

http://safagayret.com/b/ahmetistin-mehmetistten-olmayan-farki

ahmetist’in mehmetist’ten olmayan farkı

bir insanın her fikrine körü körüne “doğrudur, tamamdır” diyorsan bu yüce insanın kim olduğu senin kim olduğunu değiştirmez.
kendine ait fikri olmayan, kendine ait olmayandır.
caanım milletimin aklına bir başkasının peşinden gitme merakını kim sokmuşsa çok becerikliymiş. nesillerdir ortaya yeni bir fikir çıkaramıyoruz.
tarihinle tabii ki gururlan, tabii ki övün ama sende tarih yaz bire insanoğlu!
kendine ait fikri olmayan, kendine ait olmayandır.
niye torununa teslim aldığından daha iyi bir dünya bırakmayasın? sürekli olarak birinin peşinden giderken bu mümkün mü?
bunu bir düşün.
kendine ait fikri olmayan, kendine ait olmayandır.
belki de anlık çıkarların uğruna benliğini satıyorsundur bu seni “paraya muhtaç” değil. “paralı asker” yapar. asimile olursun kardeşim. yola nasıl çıktığını unutursun. (sana ait olmayan) yoluna yeni insanlar katma çabasına girersin.
bunu da bir düşün.

yorum:




Mehmet Fstk  6 ay önce

Üstad günümüzdeki tam olağan gerçeklere ayak basmışsın.
"bir başkasının peşinden gitme merakı"
aslında doğru oladuğu yönler olabilir ama herkes kişisel meraklarını ortaya koyup onun üzürende yol alması hakkında endişelerim var ama doğru olan kişisel meraklar deneyler ve özgüven olması gerekmekte bu yazdığın yazıyı tek okumakla anlamak mümkün değil kelimelerin içerisinde 3-4 adet çelişki söz konusu bu çelişkiler senin çabaladığın anlamına gelmekte bu çelişkiler üzerinde değilde kişisel düşünceler üzerinde yol alsak daha iyi olmaz mı ?
"tarihinle tabii ki gururlan, tabii ki övün ama sende tarih yaz bire insanoğlu!"
tarihinle güvenmek insana güvenç getirbilir ama kendisinin öz güveninin yenilemesine ona karşı yenig düşmesine neden olur yani yani attığı adımlar atalarının yolunda gitmesi gerekirken kendisi adam yapmış helal olsun demek doğrudur ama bunun yapanda insan cümlesi günümüzde az kullanılmakta insana güvenç ise kendisini düşündürmeye yöneltir bu yöneldiği yol kendisine göre eğer uygunsa her ne olursa olsun o yol üzerinden hiç düşmeden başka yerlere sapmadan o iş üzerinde merak düşünce ikisini birleştirince aslında hüküm eden kendisi olacaktır yani günümüz şartlarına bakacak olursak tarih yazacak adam göremiyorum bu sadece tarih için değil bilim yönünden buluş yönünden sağlık yönünden... bu sadece türkler için geçerli değil ama geneli türkleri kapsamakta.
"kendine ait fikri olmayan, kendine ait olmayandır."
aynen öyle kardeşim fikir için değilde insan için düşünürsek kendine ait olmayan yani sahip çıkmayan kendine zaten ait olmamış oluyor zaten kendine ait olmadıktan sonra senin kendine faydan yok ki bize olsun sözü ortaya çıkıyor aslında bu 1 -2 kişi için değilde 10 - 100 milyon için geçerli olsaydı aslında düşyanın gelişme açısı (9999...999 n ∞ ) kat daha iyi olacaktı ama iyiki de olmamış. şimdi günümzdeki insanların bazıları keşke geçmiş zamanlarda yaşamış olsak düşüncesiyle hareket ediyorlar şimdi yaşayan insan öyle düşünüyorsan bundan 1 asır sonra aynı sözler tekrarlacak buna kesin eminim ama şimdiki insanlığı bundan savaş zamanına götürecek olursak vay o zaman hallerine.

14.6.13

huzuru programlamak

bir devlet güçlerini kullanarak kusurlu bir huzuru hakim kılabilir. bunun örneklerine tarihi okudukça rastlıyoruz. atalarımız barış ve huzur içerisinde çok kültürlü bir toplumun devleti desteklemesini sağlamış. toplum din, dil, ırk ya da cinsiyet gibi konularda kutuplaşmamış. eşcinseli de ateisti de aynı toplumun bir parçası olarak devlete vergisini vermiş. devlet de "marjinal" da olsa vatandaşına olan sorumluluğunu yerine getirmiş.

biri hapşırdığında "huzurlu yaşa" demeye özen gösteren bir adamım. huzur benim için en önemli şey diyebilirim. mutlak huzur diye bir şeyin olduğuna, olabileceğine inanmıyorum ama toplum olarak istesek huzuru belli bir seviyeye sabitleyebiliriz.

fotoğraf kaynak: resimrehberi.com

huzuru bir madde olarak düşünelim, pek köşeli değildir, bu sebepten durduğu zeminin sabit olması gerekir. ancak toplumdan bahsediyorsak dinamik bir zemin hayal etmeliyiz. tahterevalli güzel bir örnek olabilir gibi geldi bana. toplumun çeşitli inanışlardan, ırklardan ve uçlardan meydana geldiğini hepimiz kabul ediyoruz. o halde toplumun birbirine benzeyen kesimleri aynı tarafa gelecek şekilde tahterevalliye oturtalım. öfkelenen kesimin ağırlığının azaldığını hayal edelim. tahterevallidekilerin tam ortasına (yani tahterevallinin tam ortasına) pek köşeli olmayan huzuru koyalım.

bu kesimleri öfkelendirecek şey nedir biliyor musunuz? keyfi yasak. keyfi yasaklar hep öfke doğurur. tarihte de bu böyledir.

yasaklar gereklidir tabii ki, yasaklarla cinayetten, hırsızlıktan, tacizden, tecavüzden caydırmak lazım. ama keyfi yasaklar bu denli temel şeylere dayanmazlar. daha politik hareketlerdir. genellikle keyfi yasaklar azınlığı öfkelendirir ve çoğunluğu devlet dostu yapar. bu da devletin oyunu artırır.

yine bir kesimi ilgilendiren keyfi yasaklar harekete geçti diyelim. alkol yasağı bu gibi bir konuya örnek olarak kullanılabilir. alkol yasağı toplumun bir kesmini öfkelendiriyor. ama bir diğer kesimi de mutlu ediyor, huzur tahterevallinin merkezinden çoğunluk kesime doğru harekete geçiyor.

devletin yegane görevi huzuru tüm toplum için belli bir seviyede tutmaktır. bunu yapmak imkansız değil. keyfi yasaklardan vazgeçilebilir. insanlar bir başka insanın özgürlüğünü engellemedikçe özgür olmalıdır.

sadece alkol yasağı örneğim üzerinde durulsun istemiyorum. o sadece bir başlıktı. düşünürsek daha ne başlıklar atabiliriz, kırmızı kalemimiz tükenir.

devlet yasaklarken tutarlı ve mantıklı olmalı. aksi takdirde yasakları keyfi olur ve keyfi yasaklar yalancı huzur getirir. bir müddet sonra toplum patlak verir. insanlar saldırganlaşabilir. yasakların doğurduğu bir huzurun kalıcı olması beklenmemeli.

eğitim terörizm amaçlı kullanılmadığında ne güzel şey, keşke çocuklarımızı "ahlaklı" yetiştirmek için diğer insanların hayatlarına burnumuzu sokmak, onların hayatlarını programlamaya çalışmak yerine. kendi çocuğumuzu doğru programlasak. mesela, "çocuğum başkaları zina yapabilir, alkol tüketebilir, kumar oynayabilir, bu onların tercihi ve seçimi. ben senin anan-baban olarak bu davranışları sana uygun görmüyorum ve bu davranışlardan uzak durmanı istiyorum" diyebilsek sorunu çözeriz gibi. şimdi "çocuk laftan anlamaz ki hafız, böyle dedik diye çocuk ahlaklı mı olacak?" diyenler olacaktır. tabii ki sadece sözle değil, ana-baba davranışlarıyla da çocuk programlanmalı. ha tüm gayrete rağmen çocuk dışarıda gördükleri gibi olmayı seçiyorsa o çocuğu dışarıyı "temizleyerek" "ahlaklı" kılamazsın. dışarı "temizlenerek" bitmez.

nereden nereye

birazdan sınava gireceğim. az çok çalıştım sınava. ancak sınavdan sonra, öğrendiğim bilgileri unutacağım. çünkü sınav anlamında çalıştığım için bu bilgiler sınav sonrasına kadar kalıcı oluyor. demek istediğim eğitim sistemimiz ezberci eğitim sistemi. öğrenciler bu bilgiyi öğrensin sosyal hayatında kullansınlar gibi bir düşünce güdülmüyor ki zaten  verilen çoğu bilgi ve materyal yaşantımızda karşılaşamayacağımız nitelikte bilimsel ve saçma. bilgisayar öğretmenliği okuyan adamın bilgisayar dersi almasını hoş karşılıyorum da tarih dersi neden veriliyor ona çözüm getiremedim. üniversite eğitimini ele alırsak 4 sene boyunca öğrenciler bir fiil hayatından beziyor. vizeler, finaller, bütünlemeler, bu sene 1.80 ortalamasını sağlayabilecek miyim telaşı vesaire. 4 sene boyunca öğrenciler sistemin istediği şekilde davranmaya ve o doğrultuda çalışmaya mecbur kalıyor. sosyal yönden ise uçurumda buluyor kendini. bilhassa sohbet etmeyi, insanlarla kaynaşmayı unutuyor. sosyal hayatta karşılaştığı sorunlara akılcı ve kalıcı çözümler bulamıyor. yıllarca okulda gördüğü teorileri ve bilgileri çözüme ilişkin uygulamaya kalkışıyor ancak nafile çabalıyor. neyse bir bakmış okul bitmiş, ancak öğrenci de bitiyor okulla birlikte. dolayısıyla üniversite öğreniminden sonra yeni tanıştığı meslek hayatına yenilmiş olarak giriyor. dalgın, bıkkın, usanmış bir şekilde mesleğini icra etmeye mahkum bırakılıyor. bu durumun sonuçları da ilk olarak türkiye'yi etkiliyor elbette. devlet kurumlarında yapılamayacak hatalar ve ele avuca sığmaz tepkiler doğuyor. bu tepki ve hatalardan da memur ve kamu çalışanı sorumlu tutuluyor. ancak çalışanlar kısmen suçlu asıl suç eğitim sistemi ve bu eğitim sistemini benimseyen ve kabul eden devlet büyüklerinde

nedir bu anagram?

aslında anagram'ın ne olduğunu hakkımızda sayfasından ;

-ne yapıyoruz?
-nasıl anagramist olunuyor?
-kemik kadro

başlıklarını okuyarak görebilirsiniz ama ben detaylı olarak anagram nedir nerelerde kullanılır ve diğer dillerde ne olarak kullanılıyor bunu ele alacağım.!

en çok araştırma olarak kullanılan güvenilen bir site olarak vikipedi özgür ansiklopedi sitesinde anagram'ın ne olduğunu paylaşayım;

" Anagramedebiyatta bir sözcüğün harflerinin değişik düzenle başka bir sözcüğü oluşturmasıdır. Bazı özel adların incelikle saklanması amacıyla o sözcüğün harfleriyle kurulmuş başka bir sözün kullanımıyla yapılan incelik gösterisidir. Özge – göze, Bahri - ihbar gibi.. Günümüzde en güncel örneği ise "The Simpsons" çizgi filminde vardır; Bart isimli karekterin adı İngilizce 'yaramaz, anlamına gelen 'Brat'ten türetilmiştir.Tom Marvolo Riddle isminden ise "I am Lord Voldemort" cümlesi türetilmiştir.Güncel ve bilindik bir diğer örnek olarak İngiliz yazar Samuel Butler'ın "Erewhon" adlı eseri verilebilir.Bu isim İngilizcede ki 'nowhere' kelimesinden anagram yoluyla üretilmiştir.Esas anlamı 'hiçbir yer' olmasına rağmen,yazarın yorumuna göre 'herşeyin bittiği yer' anlamında kullanılmıştır. "

kaynak:http://tr.wikipedia.org/wiki/Anagram

burada anagramın ne olduğunu anlatıyor aslında

  • sözlük sitelerinde insanların anagram olarak bildikleri paylaştıkları yazılarını da okuyabilirsiniz;

kaynakhttps://eksisozluk.com/anagram--41548

kaynakhttp://www.uludagsozluk.com/k/anagram/

kaynakhttp://www.itusozluk.com/goster.php/anagram

aslında buradaki girilen entrylerden bir çok araştırma konusu çıkabilir ordaki kullanıcılardan bazısı film adı yazmış bazıları kelimelerin yerini değiştirerek farklı şeyler türetmiş bazılarıda müzik adı sanatçı adı vs...

  • birde bazı anagram kelimelerin bulunduğu bir site paylaşacağım sizlerle;

kaynakhttp://www.otuzoyun.com/kelimeoyunlari/anagram.html

  • buradan anagram kelimelerini arayabileceğiniz bir site (ingilizce)

kaynakhttp://www.anagramsite.com/

  • anagram ile oyun bile oynayabilirsiniz detayları paylaşıyorum;

kaynakhttp://www.biliyormusun.net/kurallar/Anagram.aspx

  • anagrama benzer program bile yapılmış;

kaynakhttp://www.chip.com.tr/forum/isik-kelime-bulucu-1-0-turkce-anagram_t160905.html

  • forum sitelerinde anagram;

kaynakhttp://www.frmtr.com/zeka-sorulari-bilmeceler/667548-biraz-da-anagram-cozelim.html

anagram hakkında daha bir çok araştırma yapılabilir ama benden bu kadar selametle.

13.6.13

tek kişilik diyalog

- ne öğrendim biliyor musun albayım?
+ hayır. ne öğrendin?
- insanların ilişkilerindeki samimiyetin ne için gerekli olduğunu , gülüşlerin ne denli sahte olduğunu, menfaat için bazı şeylere göz  yumulabileceğini...
+ yani?
- bunlardan geriye kalan yalnızlıkmış onu da öğrendim. neden bu kadar mutsuzum onu da öğrendim.
bugün ne oldu biliyor musun?
+ ne oldu?
- bir sınava girdim albayım "0" alacağımı bile bile girdim bu sınava. arkadaşların hepsi kendi arasında sözleşmiş belli ki sınav esnasında birbirine yardım edeceklerdi. ben de meğersem onlardan birinin yerine oturmuşum beni oradan kaldırdılar. haklılar albayım kaz gelecek yere tavuğu oturtmazlar.
+ e senin bir beklentin yoktu zaten başka sıraya oturmuşsun ne fark edecek?
- o da var ama insana koyuyor albayım. yine de insan bir yardım bekliyor "bir umut" diyor.
+ deme oğlum sen yalnızsın bunu unutma!!!
- eyvallah albayım. her seferinde yüzüme vurun siz de. aslında sen de yoksun değil mi albayım?
+ nereden çıktı bu oğlum şimdi?
- siz niye benimle vakit geçiriyorsunuz sizin çıkarınız ne benden?
+ saçmalama oğlum?
- yok yok benle açık konuşabilirsiniz ben alışkınım bu durumlara albayım. ben hüznün en derinlerinde yüzüyorum zaten çoğu zaman. mutlu olmak boğulmak benim için albayım, bünyem alışkın değil. gözlerim dahi gülerken yüzüme ayak uyduramaz albayım, hakikaten nasıl gülüyorlar albayım insanlar,  nasıl başarıyorlar?
+ konuyu nerelere getirdin oğlum sen de gülebilirsin en azından rol yapabilirsin.
- albayım zaten her şey oyun. gerçek olan çok az şey var. acı var, hüzün var, yalnızlık var. benim bedenim ve ruhum bu gerçeklere alışmış, bana oyun oyna dendiğinde rolümün hakkını veremiyor oyunun ortasında göz yaşlarıyla kalıyorum albayım. sonra "yuhhhhhhhh!!!" sesleri yükseliyor seyircilerden.  utanıyor, daha da şiddetli ağlıyorum bu sefer. sonra da sahneden koşar adım uzaklaşıyorum -insanlardan uzaklaşıyorum- yalnız kalıyorum. sonra kendimi kapatıyorum sosyal hayata kendi pisliğimde boğuluyorum.
+ hiç mi senle konuşmak isteyen ya da seni teselli etmek isteyen birileri olmuyor?
- yok albayım. ben üzülmüşüm, yalnızlıktan boğulmuşum kime ne. bende onların aradığı en önemli kriter (para) yok bir kere. para olsaydı dost satın alırdım albayım. sevgi satın alırdım. umut satın alırdım.
+ parayla her şey satın alınamaz ama.
- alınır albaym merak etmeyin siz. paranın gücü her şeye yeter. ha albayım en önemli şeyi unuttum. param olsa büyük bir kısmını samimiyete yatırırdım. en gerekli malzeme sonuçta 
...

biyolojik saat ve büyümek

saate bakar bir genç, tesadüfen tam bir saate denk gelir. bir çift sayının yanında iki tane esas duruşta sıfır. tesadüf müdür değil midir orasını yaratan bilir. ben sadece yorum yaparım, bence tesadüf değil, nasıl ki bir bilgisayarın saati varsa insan beyninin de olmalı. ama nasıl oluyorsa insan o saat bilgisini algılayamıyor çoğu zaman, galiba, öyle şeyler yani. bu tip konuları uzun uzun düşünmek gerek. yani saat tam olarak tamı gösterdiğinde aklımız saate bakmamız için dürtüyor. biz de saate bakıp "aa saat tamı gösterirken yakaladım" diye seviniyoruz. çocuk gibi seviniyoruz. bu duruma batıl inançlar üretiyoruz hemen, "saati tam gösterirken yakaladım tek ayak üstünde 3 kez sekmezsem usame bin ladin dirilecek!"

evham yapmak için zaman, mekan kolluyoruz mirim. bir şeyleri anlatırken mesela demekten nefret ediyorum. bazen bazı insanlarla konuşurken 3 cümlede 1 mesela demek zorunda kalıyorum. bu, karşıdakinin anlattıklarımı dinlemediğini ya da dinliyorsa da anlamadığını gösteriyor. belki de göstermiyor, bu benim hüsnü kuruntumdur.

çocukça neşelerimiz var mirim. saati tam gösterirken yakaladık diye "eski sevgilime sms mi atsam?" deyiveriyoruz. kasten sms diyorum çünkü mesaj deyince bu sevimsiz durum sevimliymiş gibi algılanıyor. sms dünyanın en samimiyetsiz şeyidir.

belki ilerde çocuklarımızı doğuran kadınların "eve gelirken yoğurt al" mesajı atması için sms teknolojisi var. belki de justin seloğlu'nun yeni albüm çalışmalarını sınıftaki gıcık arkadaşa duyurmak için. bu gerçekten zor bir soru mirim, yanıtlayamam ehline müracat edelim.

hani insan sevdiğinin göğsüne kafasını koyar ve uyumaya başlar ya tam uykuya dalarken küçük bir titreme gözlemlenir. bu titremenin sebebi şeymiş, beyin uzun süre uzuvlardan mesaj alamayınca "öldü mü lan bu?" diye telaşlanıp tüm organlara toplu mesaj gönderiyormuş. o titreşim ondanmış yani.

şimdi büyüdük tabii mirim, eskiden mahalle maçlarının skorlarını hesaplamakla meşguldük şimdi faturalar ödüyoruz büyük abilere. bizim sokağa pazartesileri belediyenin sinek zehirleme aracı gelirdi. şimdiki gibi pazartesi sendromumuz yoktu o sebepten. eskiden saati hep tam gösterirken yakalardım şimdi tamı 1 dakika geçiyor. hatta bazen saat yarımı gösteriyor.

fotoğraf makinaları sırf ruslar güzelliklerini ölümsüzleştirsin diye üretilmiyor mirim.

konuşmak zorunlu ihtiyaç değil

hiçbirimiz konuşmak zorunda değiliz. evet bazı konularda sessiz kalabiliriz. hele ki o konuyla ilgili konuşma gücünü kendimizde bulamıyor ve anlatacaklarımızı cümlelere aktarmakta zorluk çekiyorsak zaten susmak en güzelidir. şayet bu durumda konuşmayı seçer ve denersek kazandığımız itibar ve hayranlık yok olabilir ya da azalabilir. siyasetçiler muhabirler -onlar- konuşuyor bir türlü. çünkü onlar işin içindeler yani işin orospusu onlar. zira onlar konuşarak, kendi görüşlerini topluma, bir gruba vesaire kabullendirmek isterler. bunu da ateşli ve etkili konuşarak yaparlar. ama siz bir oyuncu olarak rolünüzün gereği konuşmanız gerektiği halde bunu yapamayıp dublöre yaptırıyorsanız, toplumsal konularda konuşmak istemenizi hoş karşılamam ya da "konuşun kardeşim sonucu zaten benim düşüncelerimi destekler" diyebilirim. toplum tarafından desteklenen ve çokça ifade edilen bir deyiş vardır: "suskunluğum asaletimdendir..." diye başlayıp devam eden bir deyiş. ayrıca bir atasözümüz de bu durumu destekler niteliktedir "söz gümüşse sükut altındır". konuşup rezil olmaktansa susup asaletli olmak şahsen benim tercihim. ayrıca gümüş mü daha değerli yoksa altın mı?

12.6.13

Maraşlıca

Bıldır  ikindi vakti ayazda otururken soykanın biri cücük lastiğiyle benim celfinlere saldırmasın mı... peşinden goyurdum iti amma Mıhrız Durdunun siyecinden içeri hoplayınca yırtmış paçayı... Gavurun eniği, kimin malını ziyan ettin de gene kaçıyon diye seslendi Mıhrız Durdu.  Soyha bir demlik vura da geberteydin ...Mıhrızlığı Allahın selamını bile vermeyişinden belliydi. Köyde herkesin bir lakabı olur söylendi mi herkes hemen bilecek şekilde tasvir edilirdi. Hırhıza kendir yakışır gibi yakışırdı lakapları. 

Ocaklardan kiş kiş Gabırlık Hasan lakabında biri vardı ki anca toprak pakladı, cami imamı arısili yıkadı da anca temizlendi. Musallat oldu mu adamın imanını gevredir koyardı. Fısdanını haraldan anca dikerler de hapapların en büyüğü baş parmağına zor girerdi. Gendine arka getirenleri çok sever, şirinlik ederdi.  Şoruna bin yalan katar,laf atışanı dımdızlak ortada koyardı. Yenişemediği adamları dirgenlen kovalar, yakalarsa eşşek sudan gelene kadar döverdi. 

Her aşı yemez, bastıklan cevizi çok severdi. Seslenirken birine : Biyam, beri bahale derdi. Kafasını bozana etmediği beddua koymaz saydırırdı. Eviyin epciği söküleden tut soyhası çıkasıcaya  kadar hepsini sayardı. Bazen damların süyüğünde saklanır, bazen süllüm altlarında milleti çokça korkuturdu. Bahçenin birinden arakladığı calağı muhtarın duluğuna yerleştirince adamın avurdu yırtılmış, böğrüne yediği depiklen yere kapaklanmıştı.

Damlardan firik çalar, ağaçlardan siiperek kaçardı. Kadınları  görünce senin gişi ne iş yapıyor, diye sorar, polis deyince süt dökmüş püsük gibi sinerdi. Horantası bol evleri sever, ne bulsa yerdi. Başı ağrıdı mı şeş ister başına bağlatırdı. Davarcı Hacı'dan tek istediği tahıldakla teleme çalmasıydı, bastık sokumu yapıp dibini de sıyırırdı. Arada densizliği tutan Gabırlık Hasan'ı en iyi Mırtık Halil zabdeder,elindeki mertek, mırtığın  çok işine yarardı. Çimdikten sonra çamanlı ekmeği arar gibi arardık bazen onu hem uğraşıp iki sıkıntıdan kurtulmak hem vakit geçirmek hem içimizdeki deliyi oynamak için... Rahmetlinin güneş doğsun yüzüne çok heybetli görünürdü gözüme...

kaynak : http://www.haber46.com/kose-yazisi/18374/maraslica.htm

sayar

kendisini pek tanımıyorum ancak iş-güç anlamında çok yoğun olduğunu biliyorum. tanımıyorum dediğim selam sabahımız var ancak oturup muhabbet etmişliğimiz yok. ancak bazı insanları yaptığı işlerden, duruşundan vesaire tanıyabilirsiniz. gözlemlediğim kadarıyla birçok işe meraklı, çalışmayı seven, yenilikler peşinde koşan, yere göğe sığdıramayacağım bir kişi. ancak bir türlü anagramistler olarak bu müstesna kişiyle bir araya gelmek kısmet olmadı.  inşallah buluşur, birbirimizi daha iyi tanır ve ne gibi işler yapabileceğimizi görürüz. bir de sefa arkadaşımızın bize göstermeye vakit bulamadığı potansiyelini gün yüzüne çıkarırız. ayrıca bir duyum aldım  sesi de güzelmiş. nereden bilirsin belki olmayan müzik grubumuza kendisini solist olarak seçeriz.

sayar

tanıdığım en mütevazı insanlardan. muhabbetini sevdiğim ender muhabbetişinaslardan ve tanıdığım en saygılı saygıdeğerlerden.

birçok parmağında da marifetler saklar. grafik işlerinden anlar, afişler, tasarımlar yapar.

reklamcılık okur, yazar.

hiçbir yerde yayınlamadığı şiirler yazar.

neşet ertaş da sagopa da dinler.

nasıl ki kahramanmaraş anadolu'nun özetiyse sefa da türk'ün özetidir.

adaşlığımıza bir harf, kardeşliğimizi soyadlarımız engel. yine de kardeşten de kardeştir, üstadların üstadıdır.

11.6.13

ilk(gecikmiş) yazımdır.

öncelikle ilk yazımı bu kadar beklettikten sonra nihayet yazdığım için tüm anagram sakinlerine özrümü belirtmek isterim.
neden geç yazdım ? - kendimce boş vaktim yoktu, internet erişimim yoktu ...
ama yazdım da sonuç itibarı ile :)
şimdi okuyucularımız merak etmiştir kim bu gecikmiş insan :)
ben: sefa sayar, sıradan bir insan olmakla birlikte, kendimce grafik, reklam, bilişim konuları, video-fotoğraf editlemek gibi işlerle uğraşan, k.maraş/merkez 1993 doğumlu kendi halinde, ksü karacasu kampüsü öğrencisiyim.
anagram adına ne gibi desteği sağlayabilirim? - elimden gelen her türlü konuda, her türlü maddi/manevi yardımlarımı eksik etmeyeceğimi belitrmek isterim.
sanırım ziyaretin kısası makbuldür, ilk yazımda (şimdilik) bu kadar yazı yeterli diye düşünüyorum.
bir sonra ki yazılarla sizlerle olacağım, saygılarımla. gecikmiş insan sefa sayar :)

5.6.13

yalan

geçenlerde bir arkadaşla oturuyoruz,
"insanlar değer verdikleri insanlara yalan söylememeli abi" dedi arkadaş
ben de "haklısın" dedim.
haklı değildi.
yalan söyledim,
değer verdiğim için.

4.6.13

çekiç orkide koklamak.

Bazen birçok insanı anladığını düşünürsün ama anlamazsın belki herkes seni anlıyordur sen kendini anlaşılmaz hissedersin işte o anda ne yapacağını bilmeden düşünüp durursun aklına bir şarkı gelir ve tekrarlar durursun hiç gitmez o şarkı aklından, sanki bir boşlukta hissedersin o boşluğu kapatmak için elinden geleni yaparsın diyemem çünkü yapasın gelmez bir kitap okursun kendini ona göre yönlendirir hareket edersin bu bir filmde olur genelde sanki biraz genelleme yapmış olabilirim ama günümüzdeki yaşayan tüm insanlara bakarsak hepsi aynı zihniyette değil mi ? bence öyle olay karşısında düşünceleri hep aynı olur ve birçok karikatür ve bu resim gibi bu ne la der durur ama bir insanın içerisinden de farklı bir kişilik çıkarılabilir mesela psikoloji uzmanlarının yaptığı gibi bu resimde ne görüyorsun dermişcesine bu ağaç ve direkte ne görüyorsun denildiğinde farklı anlamlar çıkarabilir insanlar ama birçok zihniyet burada bir ağaç ve güneş batması var der giderler onun arkasından vay akılsız diyebilirsin ama o kişi böyle gelmiş böyle gider artık belli bir saatten sonra değiştiremezsin o insanı tamam bıktım yeter der sende çekilirsin işte o an bütün umutlar gitmiş ve o kişiye karşı bütün düşüncelerini silip atarsın. not: fotoğraf alıntı değildir managra.blogspot.com'da ki ilk fotoğraftır. anagramistlerin muhabbet için buluştuğu gün fstk tarafından çekilmiştir.