29.8.13

iyi bayramlar komserim


eski bayramları yaşatma adına, her bayram sabahı çeşitli tuhaflıklar yaptıkları için halk tarafından ihbar edilen bir grup kafadar ve onların nerde o eski bayramlar aşkı.

yönetmen, senaryo, kurgu, montaj
safa gayret

oyuncular
mehmet fıstık
sefa sayar
ibrahim aksakal


kamera
mehmet fıstık
sefa sayar


yapım
anagramedya

filmi yukarıda adı geçen 4 anagramist çekti. görüntüde sorun yok ama sesi pek iyi kaydedememişiz. ayrıca montaj da düşünüldüğünden çok zor bir uğraş. keşke altyazıya gerek kalmasaydı ve keşke ses ile görüntü daha senkronize olabilseydi. acemiliğimize verin ve ufak tefek şeylere takılmayın hacı.

28.8.13

benim oğlum da hayırsız, bir izm'e ist olamadı

hani analar oğullarından yakınırken "bir baltaya sap olamadı" derler ya, bu yakınma da değişiyor.

gerçekten, samimiyetle hiçbir izm'i kendime yakın bulmuyorum. "ideolojime uymuyor" demiyorum çünkü bir ideolojim de yok.

marksist, kapitalist, anti-kapitalist, anti-emparyalist...

hani dinleriz amcalarımızdan, dayılarımızdan "seksenlerdeki sağcı-solcu olaylarında sokakta en çok dayağı tarafsızlar yedi. yolunu kesip soruyorlar 'sağcı mısın solcu mu?' genç korkuyor tabii 'abi valla sağcı da değilim solcu da' diyor. başlıyorlar dövmeye, genç karşılık verirse çıkarıyor biri belindeki dede yadigarını çekiyor tetiği. ölen ölüyor, kalan kalıyordu."

geçenlerde yaşıtım bir grup gençle muhabbet ediyorduk. genç "senin ideolojin ne?" diye sordu. hazırlıksızım tabii, ama hemen "ideolojim falan yok. apolitiğim ama apolitikliği bile samimi bulmuyorum. oldum olası siyasetten hazzetmem" gibi bir şey dedim.

genç biraz kızan bir ifadeyle "sen karl marx okudun mu?! biliyor musun karl marx'ı?" dedi. "karl max'ı kulaktan dolma biliyorum ama hiçbir kitabını okumadım." diye yanıt verdim.

gencin yüzü, bakışları öyle bir acıma ifadesi aldı ki. gözlerimi ayıramadan gözlerinin içine baktım. ilk defa birinin bana acıyışını bu kadar saf, net bir şekilde gözlemliyor, tecrübe ediyordum.

karl marx'ı okumamış olmam beni o gencin gözünde cahilin de dik alâsı, karaktersizin de bayrak taşıyanı biri yaptı galiba.

bu kısa bakışma sonlanınca o ortamdan ayrılmam gerektiğini kendime itiraf ettim.

hayat çok ilginç.

ahmetisti mehmetist'ten ayırt etmem. isterim ki sistem fakirin yanında olsun. fakire birkaç şans daha tanısın. ama bu isteğim bir izm'e bağlandığında rahatsız oluyorum. ben ahmetist de değilim, mehmetist de.

26.8.13

dolar 2 lira

türkiye'nin ekonomi tarihine bakılırsa dolardaki bu artış hiç de komik değil. bu artış türkiye'de bir büyük mali kriz uyarısı gibi algılanmalı.

sanat aşkı

dün sanat için -sırf sanat için- neler yapmadık. bu yaptıklarımız içindeki en zor şey ise kahvehanede çay içmek, daha doğrusu kahvehane ortamında bulunmak zorunda kalmamız oldu. kahvehaneye oturma amacımız  kameramızın şarjını doldurmaktı.  kahvehaneye priz soran ilk insanlar olarak tarihe geçtik herhalde. neyse oturduk.  ne yapalım derken dedik: "dört kişiyiz ne yapılır okey oynayalım". okey faslından sonra tabi kamera da şarj olmuştu. daha sonra  film çekimi için valilik parkına gittik.  film çekimi için o bank senin bu bank benim mekan aramaya koyulduk. bunu yaparken gördük ki sanata saygı azımsanacak seviyede. nereden bilecekler film çektiğinizi diyebilirsiniz. e elimizde kamera var, eline kamerayı alan sanatçı oluyor bizim toplumumuzda. neyse mekanı ayarladık film çekimine başladık. senaryo elimizde olmamıza rağmen doğal olarak zorlandık, bazı sahneleri üç-dört kere çektiğimiz oldu. tabi bunlar işimizi daha iyi yapmak, senaryoyu tam anlamıyla yaşatmak istememizden kaynaklandı. neyse filmi çektik. sonraki aşama kamera ve ses kayıtlarının paylaşılmasıydı. kayıtları alma aşamasındaki sıkıntı depolama aygıtımız olmaması yüzünden kaynaklandı. neyse bunu çözelim derken hazır bulunan kayıtları da bozduk. bu duruma hepimiz çok üzülmüştük ki benim fikrimle kayıtları geri getirmenin yolunu bulduk ve rahatladık. neyse sanat adına zor ve gayretli bir gün geçirdik anagramistler olarak.

24.8.13

kim ulan bizi buna alıştıran pezevenk?

sokakta müzik yaparak üç-beş kuruş sigara parasını çıkaran insanlar, insan gibi insanlar. takdir ediyorum. hep bir parça onlardan olmak istemişimdir. ama ben sigara değil puro içerim, haftada bir puro ancak alırım o parayla. sahi haftada bir puro bile içemiyorum zaten. dolar 2 lira.

sokakta müzik yapan insanların şarkı sözleri bazen sıradışı olabilir. içerisinde "yavşak", "pezevenk" gibi sözler olabilir. ve eminim sokakta reytingi en yüksek şarkılar da bunlardır. sokak sanatçısının yanından geçen bir grup genç bu tarz bir şarkıyı alkışlarla destekleyerek dinler. en çok bu tarz şarkılar talep görür.

bu videodaki sokak sanatçıları çocuklar, televizyoncuları görünce sokakta en çok rağbet gören şarkıyı seslendirmeyi seçmişler diye düşünüyorum. ama bu tarz şarkıları televizyonda göremeyiz. çünkü televizyonda bu tarz bir şarkı görürsek şikayet ederiz. rtük'e falan ne bileyim, elimiz telefona uzanıverir işte. niye hiç anlamam. sokakta ilgi gösteren kitle aynı şarkıyı televizyonda "tü kaka" diye iteliyor. çocuklarımız kötü etkilenir diye mi? o halde çocuklarımızı sokağa da çıkartmayalım. anasının karnından çıkmasın.

23.8.13

çilingir

minimal roman dediğimiz şey bir tür oyun. ekşi sözlük'te de oynanıyor hani. biz böyle sesli oynayıp kaydediyoruz. daha önce de en az 5 farklı minimal roman oynu kaydettik. kayıtlar elimizde mevcut ancak yayınlamaya değer bulmadık. ha bunu da pek beğendik diyemeyiz ama ibrahim ile safa ısrar edince yayınlayalım dedik.

sözde yalanlar

düşünce özgürlüğü var. bunu söylerken aynı adın ne sorusuna verdiğimiz cevap kadar rahat;  "vaaaaaaar!!!" diye cevap verebiliyoruz. sadece sözde olan bu durumun uygulama yönü pek bir zayıf kalıyor.o onu düşünüyor, bu bunu düşünüyor...  onun düşündüğü öbürünü pek bir ilgilendiriyor, başkasının kendisi gibi düşünmemesi pek bir rahatsızlık veriyor. farklı renkler, farklı cinsler, farklı diller bir kazanımdır diyoruz. evet bunu da çok rahat söylüyoruz. ancak sosyal hayatta bu durumlar gözümüze batıyor, kafamızı attırıyor, küfre sürüklüyor daha da fazlası. o isterse beyaza kara, kötüye iyi desin gerçeklik gerçekliğinden bir şey kaybetmiyor, sadece birbirimizi kırmamıza,kavgalara,sürtüşmelere yol açıyor.

21.8.13

o kadar yorulmak ki kaşığı ağza götürememek

birkaç yıl önce yaz tatilinde bir inşaatta çalışmıştım. evime yürüyerek 5 dakika mesafedeydi. çok yorulmuyordum ufak tefek işlere yardım ediyordum. ama inşaatta evdeki çocuklarına gıda sağlamak için canla başla çalışan işçileri iliklerime kadar gözlemliyordum. sonra bir hafta kadar da bekçilik yaptım. bu daha da kolaydı. en zor iş katları/betonları sulamaktı.

yıllar sonra bugün yine bir inşaat işçiliği deneyimleme fırsatı buldum. yakın bir akrabamızın inşaatıydı, bir günlük yardım etmek istedim. bu kez daha net bir görevim/branşım vardı. tuğla, fayans gibi malzemeleri bir yerden alıp başka bir yere götürüp bırakmaktı işim. yolumun büyük bir kısmı merdivendi, malzemeyi kucaklayıp götürürken merdivenden aşağı iniyordum. en hafif malzeme 15 kg civarındaydı. benimle birlikte daha deneyimli işçiler de çalışıyorlardı. onlar çift çift taşırken ben tek tek taşıyabiliyordum. hatta tek tek taşırken dahi zorlanıyordum.

yaklaşık 40 dakika bu taşıma işini yaptım. iş bitince kendime söz verdim. bu zor şartlardaki işçilerin, bizlerin durumunu yazacaktım. şimdi yazıyorum.

romantizm veya ajitasyon yapmaya çalışmıyorum. fena zor şartlarda, hatta ölüm tehlikeleri içerisinde çalışan insanlar, en yorucu işi iki a4 kağıdını birbirine zımbalamak olan insanların kazandığının yarısı kadar kazanıyor.

iş bitince yemek yemek üzere toplandık. gazetelerle yapılmış sofrada ustaların sonraki işler hakkındaki planlarını dinleyerek yemek yedik. daha doğrusu ben yemek yemeye çalıştım. evimde rahat rahat yemek yemek gibi değildi çünkü. yorgunluktan kolumu zor kaldırıyordum. yemeğe geçmeden evvel yüzümü yıkarken fark etmiştim bunu. çeşmeden avucuma dolan suyu yüzüme zor çarpıyordum.

yorgunluktan dolayı kollarım belli bir seviyenin üstüne zor çıkıyordu. ellerim titreye titreye yemek yedim. uyurum az sonra, uyandığımda yorgunluk falan kalmaz. çünkü yarın bir daha o zor işleri yapmayacağım. ama yapmak zorunda olanlar var. üç kuruş için ölümle burun buruna gelen insanlar... allah onların yardımcısı olsun.