31.10.13

Bateristin Baget Sesi

Kasım ayını karşılamaya son saatler kala bu yazıyı sizlerle paylaşıyorum.Safa kardeşimin yeni bir fikir olarak bizlerle paylaştığı her ay bir konu hakkında yazılsın fikrinin ilk ürünü olan bu yazı sizlerle.


                                                 Blok Flützedelere İthafen

Öncelikle hepimiz çocukluk döneminden bu yaşa kadar müzikle haşır neşir olmuşuzdur.Mutlu olduğumuz veya üzüntülü olduğumuz an,dostumuzla paylaşamayacağız olaylara bir şarkı sana yarenlik eder.Hoşlandığın bir kız vardır ve sen o kıza açılamamışsındır o an çalan bir şarkıyla ona seslenirsin ama onun haberi olmaz.


Benim müzikle ilk tanışmam aslında Annemin anlattığı anı bende ve annemde derin bir iz bıraktı.
Ev hanımı olan annem,ben ve kardeşimle uğraşmaktan ev işlerine yetişmeye zorlandığı anlarda veya uyutmakta sıkıntı çektiği zamanlarda şarkılar büyük yardımcı olmuş.
Yine ev işlerinin yoğun olduğu zaman ben yeni yeni emekliyorken mutfakta çalan şarkıyla arkama bakmadan kaçışım ve oturma odasına sığınışım şu an hatırladığında bile gülmesine sebep oluyor.
Bu arada şarkıyı merak eden arkadaşlara Zülfü Livaneli Kan Çiçekleri
Şarkıyı bilen arkadaşlar şarkının can alıcı bir girişi vardır sazlar ve davulla işte o müzik başladığında ben arkama bakmadan kaçış o kaçış.
Bunu anne ve babamın teybe beni uyutmak için kaydettikleri kasetler izledi.
Belirli bir zaman sonra hatırladığım babamın eve oyuncak iki adet sazla gelmesiydi.Hatırladığım kadarı ile saz pembe içinde köy resmi ve köyün içinden dere akıyor.
Çocuk aklıyla biz onu oyuncak sandık,kardeşimle bir birimize vurmaya başladık.
Babam birbirimize zarar vermemize sinirlenip sazları saklayınca ilk müzik aleti tecrübemiz hüsranla sonuçlandı.
Daha sonra aklım ermeye başladığında olaya Sadi dayım el koydu.Her misafirliğe gittiğimizde ilerleyen saatlerde kasetçalara hayranı olduğu Cem Karaca kasetleri koyar şarkıları üstüne anne babamla konuşurlardı.
Kardeşim ve kuzenimle Raptiye Rap Rap şarkısını oyun haline getirmiş masanın etrafında asker adımlarıyla turlardık.
Şu an müzikal alt yapımın temelini Cem Karaca oluşturdu.Cem Babaya  Göğe selam olsun.Okul zamanı gelip başladığında sıkı bir müzik sever ve Anadolu Rock tabir edilen türün dinleyicisiydim.Cem Karaca Barış Manço şarkılarını ezbere bilir söylerdim o dönem Haluk Levent müzik dünyasında adını duyurmaya başladı.
Akdenizli uzun saçlı bu genç adam yeni nesil Anadolu Rock sanatçısıydı ve takip etmeye başlamıştım.
Adanalı olan sanatçı her sene Mersinde konser verir ve bende her konserine gitmeye çalıştım.
Hatta bir ara 38 derece ateşle konsere gittim,konser esnasında ter atınca kendime gelmiştim
.Diyeceksiniz bu kadar iyi müzikseverin Müzik dersi 5 olur.Yanılıyorsunuz sevgili  kardeşlerim.
İnanıyorum sizlerde benim gibi 90 dönemi öğrencileri blok flüt denen müzik aletinin gazabına uğradınız.
Hocamız selam olsun bu arada öğrettiği eserler Ay dede,küçük çoban vb nadide eserlerdi.
Bizim o eserleri sözlüde eksiksiz çalıp bitirmemiz bekliyordu.Bir sözlü esnasında adımı duydum tahtaya kalktım.
İsmail  Ay dede eserini çalmanı istiyorum dedi e istemek hakkıydı hocanın.
Hocam dedim Ay dede çalamıyorum ama onun yerine Haluk Levent çalsam olur mu dedim gayet masumane bir cevapla.
Hocam hayır al çalabilen birini çıkın dışarda çalışın dedi
.Biz çıktık arkadaşımla okulun etrafında tur attık simit şalgam keyfi yaptık çıktık sınıfa.
Hocam çalıştın mı dedi yok dedim ve kaçınılmaz son 0 aldım.
Evet müzik dersim 0 düşecekti ve hoca annemi çağırdı.
Annem oğlumun neden yeteneği yok diye üzüldü tabi bana o hocadan org dersi aldırdı itiraf ediyorum zorla.
Bir hafta gidiyorsam derse iki hafta gitmedim.Sonuç olarak senin oğlanda yetenek yok denildi.Annem haklı olarak üzüldü tabi ama yıllar sonra bakın neler oluyor.
O dönem Haluk Levent her sene Mersine gelmeye devam ediyor  ve ben konser esnasında bateriste ve bateri çalmasına odaklanıyordum.
Finale az kaldı sevgili okuyucular.
Liseye geçtiğimde artık bende bir bateri merakı başlamıştı.
Okul çıkışlarında müzik aletleri satan dükkanların önünden geçer dakikalarca bateri ile konuşurdum.
Seni bir gün alacağım,çalacağım,bu hayattan kurtaracağım gibi.
Lisenin sonlarına doğru okulda bir konser düzenlenecekti bir hocamızın oğlunun grubu sahne kurma işlemi bizim sınıfa verilmişti.Tiyatro salonuna girdik müzik grubu ekipmanlarını kurmuş hava almaya çıkıyorlardı.
Ben dayanamadım geçtim baterinin başına çalmaya başladım,çalma dediğime bakmayın halı silker gibi bam güm vuruyorum.
Sesi duyan grup elemanları geldi aramızda sözlü tartışma çıktı ne hakla çalarsın vs  o an dedim ben bu aleti çalacağım bir grup kuracağım konser vereceğim bu okulda ve siz dağılmış olacaksınız.
 Öss sınavı zamanı dershanede tvde bir grup dikkatimi çekti Gece Yolcuları.Unut Beni şarkısını bilirsiniz.
Şarkıyı bilen arkadaşlar hatırlamıştır bilmeyenler için 5 kişiden oluşan grup eski bir arabanın üstünde oturur ve Unut Beni Sevgilim Ben Unutmuyorum diye haykırır.Bu grubu beğenmiş ve takip etmeye başlamıştım.Mersine konsere geleceklerini duyduğumda konsere bilet aldım ve tek başıma gittim konser salonuna.Konser başladı ve ben grubun tüm şarkılarını biliyor eşlik ediyordum.Grubun dikkatini çektim konser bitimi grup otobüse binerken yakaladım onları.Dedim bende bir grup kurmak istiyorum bateri çalmaya niyetim var.Grup elemanlarının söylediği bir söz benim için milat oldu ''Hayallerinin peşinden git''.Bende öyle yaptım daha bateri çalmayı bilmiyorken grup kurdum.Tatlı salonunda çalışıp bateri aldım ve kursa gittim daha sonra Albatros adını verdiğim grubu kurdum.
2006'dan bu yana pop rock tarzında şarkılar çalıyor,yer yer sahne alıyor,besteler yapıyoruz.




Yazarlar kısmından grubumun bağlantılarına ulaşabilirsiniz
Yazıyı sıkılmadan okuyan tüm dostlara teşekkürler.
Bateristin Baget Sesi

kadın kadındır

kadın insandır da. tarih öncesi bilimsel çalışmalara dair bulgularda görüldüğü üzre bazı "bilim adamları" kadınların insan olup olmadığını araştırmışlar. yıllarca. deneyler yapmışlar falan. bir sonuca varamadan ölüp gitmişler galiba. ama bugün biliyoruz ki, kadın insandır. en az erkek kadar söz hakkına ve özgürlüğe sahiptir, olmalıdır.
fotoğraf kaynak: gecce.org

30.10.13

Son Veda

İlk yazımdan sonra baya zaman geçti.Yazıyı okuyan okumayan dostlara bin teşekkür ederim.En kısa zamanda klavyenin başına geçip güzel bir yazıyla sizlerle buluşmak istiyorum.O zamana kadar kendime ait bir şiirle sizleri selamlıyorum.


             Son Veda
Ne zaman aklıma gelse ismin içim sıkılıyor üzülüyorum 
Ya ben çok heyecanlıydım bu ilişkide veyahut sen çoktan gitmiştin benden uzaklara.
Ne arkamdan söylediğin laflar acıttı canımı ne o kapıyı çekip çıkman rüzgarınla
Kalbim ilk ne zaman kırıldı biliyor musun?
Bakışının sıradanlaştığı o gün ,
Anlamıştım çekip gideceğini sadece uzatmaları oynadık.

29.10.13

telin öte tarafı

çoğu zaman bu tellere takılı kalıyoruz. telleri kesmenin ya da yok etmenin yollarını arıyoruz. bir kez de telin üstünden geçmeyi düşünmüyoruz. bu tel "benim duygularım". telin öbür tarafı da davranış şeklinde yansıyan hal ve hareketlerim. çoğu zaman bu telleri aşamadığım için çoğu duygum içerimde hapsoluyor. telin üstünden geçmeyi düşünsem yani ima ederek anlatsam derdimi, üç insandan ikisi anlamıyor.

yazmak

safa gayret ile yazmak konusunda konuştuk.
bu söyleşi 12 ekim 2013'te yapıldı.

biz doğulular

...
bizim halalarımız dizüstü bilgisayar hediye etmez
yılda iki sefer domates gönderir en fazla
ama öyle tazedir ki, tuzlayıp yemek istersin.
domates de domatestir ha

...
biz askere gittiğimizde
ilkokuldan tanıdığımız çoğu kız arkadaşımızın soyadı değişmiş olur
manevi dayı oluruz
biz doğulular
öğretmenlere saygısızlık olmasın diye şiir yazmayız

...
hatta inanır mısın?
istanbul da bir yerlere doğu.

ben istanbul'dayken atina'ya doğuluyum
ve londra'ya
işte böyle bakınca
ve dünya dönmekten caymadıkca
hepimiz doğuluyuz behrinda.
yine de çocuğumuzu alaska'da doğur istiyorum
böylece ülkemize daha sıcak bakar
ülkemizin doğusuna.
batısına

27.10.13

bütçemiz artıyor

kısa filmcilik işini hedeflediğimiz günden beri en büyük sıkıntımız maddi imkansızlıklar. çok şükür bugünlerde maddi imkansızlıklarımızı yeniyoruz gibi gibi. mübarek kurban bayramı ertesi ortaklaşa yarı-profesyonel kameraya girdik. yine de "yakında bomba gibi filmler yayınlayacağız!" diyemiyorum çünkü ekip elemanları çok yoğun çalışıyor. içlerinde en işsizi benim. en çok senaryo yazan ibrahim aksakal genellikle şehir dışında.

ilk büyük projemizi yarıyıl tatilinde filmleştirmeyi hedefliyoruz. bu filmin ardından kahramanmaraş'ı ve esnaflarını tanıtan bir belgesel çekmeyi planlıyoruz. bu belgesel tabii ki sıradışı olacak.

26.10.13

iş hayatımı hayat işi mi ?

malumunuz uzun zamandır aranızda değilim.

hayat boyu böyle bir kişi olacağımı hiç hayal bile etmezdim.
iş adamı iş insanı olmak böyle olsa gerek.
"safa gayret" üstadımın benim hakkımda yazdığı yazıdan paylaşayım;

potansiyel teknoloji dergisi editörü. bu adama giydir takım elbiseyi nereye koyarsan koy editör, şef olur. öyle bir tarzı var. " (safa gayret (http://managra.blogspot.com/2013/05/fstk_13.html)

üstadımın söylediği sözü benimsemiş gibiyim biraz ilk okuduğumda açık konuşayım böyle bir kişi olabilir miyim derdim ama çalıştığım sektör böyle bir iş olmasa da hayat işi başka dünyaymış

çalışanın bir derdi var,

çalışmayanın bir derdi.

insanoğlu; iklimden, hayattan, çevresinden, yaşadığı dünyadan kısaca her şeyden şikayet eder. kimsenin hayatı boyunca memnun olduğunu göremezsiniz.

tekrar sizlerle olmak güzel.

devamlı beraber olmak dileklerimle.

25.10.13

İçinde kaybolduğum o AN


Zaman akıp giderken, gelişen teknoloji sayesinde içinde bulunduğumuz AN ı dondurmak mümkün. Fakat ne o an a geri dönebilir, nede gelecek bir anı yakalayabiliriz. Bize verilen sadece "o an"... İşte bu yüzden fotoğraf çekmek, dilimize dolanmış basit bir deyim olsa da, aslında çok önemli, sihir gibi, büyü gibi, zamanda geçmişe yolculuk gibi...

Nihayetinde zıtlıklarla dolu bir yaşam sürecimiz var. Bir nokta kadar yer kapladığımız dünya hem o kadar büyük, hem de  o kadar küçük ki... Bir yerlerde güneşler batarken, birileri yeni bir güne başlıyor, belki ömürler tükeniyor, belki de yeni hayatlar başlıyor ve her şey sadece o an içinde oluyor.

İşte mucizede burada başlıyor. Karşınızda berrak bir su, içinde barındırdığı çeşit çeşit yaşamlar, toprağı bereketlendirmeye gelmiş bulutlar, milyonlarca kilometre uzaklıktan size gülümseyen bir güneş, evrende kaybolmuş bir dünya ve işte ben oradayım... Böylesine büyük bir güzellik karşısında, öylesine aciz ve kaybolmuş bir halde..

Karadeniz / Batum da gün batımı...

24.10.13

stajyer eş

kısa soluklu ilişkilerde güzellik, uzun soluklu ilişkilerde akıllılık, paylaşımcılık aranır. böylece kısa soluklu ilişkiler yalnızca kısa soluklu ilişkiler için deneyim kazandırır.

en uzun ilişkisi 4 ay sürmüş bir genç 50'den fazla ilişki de yaşamış olsa uzun soluklu ilişkiye hazır kabul edilemez. o kadar.

19.10.13

kim ulan bu türk milleti?

hangi siyasetçiye mikrofon uzatılsa "tek gayemiz türk milletinin sağlığını, sıhhatini baki kılmak" gibi şeyler diyorlar. ama icraatlara bakıyorum hiçbir siyasetçi "türk milleti" derken yetmiş milyonları kastetmiyor. her siyasetçi "türk milleti" derken kendi seçmeninden bahsediyor.

iktidar bir kararını ısrarla uygulattığında "çok şükür türk milletinin istediğini yapıyoruz" diyor. muhalefet başarılı olduğunda aynı cümleyle kürsüde boy gösteriyor. şayet muhalefet başarısız olursa "bir gün türk halkının da istedikleri yapılacak" diyor.

18.10.13

şair ve şiir #2

şair ve şiir hakkında konuştuk. şiirler okuduk. bir yerden sonra konu milli eğitim sistemimize, müfredata ve matematiğe geldi.

bu söyleşi 12 ekim 2013'de yapıldı.

15.10.13

satılabilen kurnazlık, reklamcılık

reklamlarda koyun ve çoban görmeye gözümüz alıştı desek yanlış olmaz herhalde. özellikle banka ve kredi reklamlarında bu tema sıklıkla işleniyor.

2008 garanti - "küçük çoban yüksek kredi" reklamı

hava durumu

"nerede o eski bayramlar" deyip klişe cümleler kurmayacağım. ancak bu bayramın benim için pek bir anlamı yok. bayram dolayısıyla oluşan sebepsiz sevinç yerini umutsuzluğa bıraktı. biraz hava durumu anlatır gibi oldu ama...  pek havamda değilim. kafamda kara bulutlar dolaşıyor, dolaştıkça beni rahatsız ediyor. yağmur yağsa rahatlasam diyorum olmuyor. ani hava değişimleri beynimi bulandırıyor. gözlerimin önünde sanki sis perdesi var, yakını uzak görüyorum. kısacası anlamsız bir bayram geçiriyorum. umarım siz benim durumumda değilsinizdir. yine de hayırlı bayramlar.

14.10.13

avm'lerde çıkışı bulamamak

sadece benim ve tanıdığım insanların başına gelmediğini düşündüğüm durum. bence avm müdavimi olmayan herkes avm'lerde kayboluyor. çıkışı bulamıyor.

yine dün aksakallı ile video kamera fiyat araştırması yaparken belli başlı avm mağazalarında cirit attık. 5.000 liralık kameralarla deneme çekimleri falan yaptık. o esnada anladım ki 3d denen teknolojiye aşina değilim.

13.10.13

hayvan öldüren insan

gerek kurban bayramında gerek sıradan bir günde hayvan öldürmek ve etini yemek fazlasıyla insancıl bir şey. insan ekosistemin bir parçası değil mi? şimdi ben şehirden uzaklaşıp doğayla iç içe yaşamaya başlasam beslenmek için market, mağza aramak yerine geyik, dağ keçisi falan aramaya başlarım herhalde. e bulunca o caanım hayvana adres sormayacağım tabii. öldürüp potansiyel toksinlerden arındırmak için ateşte pişirip yerim. atalarımız böyle yapmadı mı? ormanlarda marketler mi vardı?

Bateristin Baget Sesi

Sakin bir çocukluk dönemi geçiren İsmail’in müziğe ilgisi çocukluk döneminde başlamıştır.Çocukluğunda müziğe dair hatırladığı  dayısının Cem Karaca şarkılarını dinletmesiydi. Lise yıllarında da müziğe ilgisi artarak devam etmiştir. Film montaj kurgu,dekor, kostüm ve müzik ayarlamasıyla uğraşmış, bu konuda kendini geliştirmiştir. Müziğe profesyonel olarak başlamasındaki en büyük etken Gece Yolcuları grubu solisti Edis İlhan'la tanışıp  ''Hayalinin Peşinden Git'' sözü onu bu yolculuğa başlamasına sebep olmuştur.Çocukluktan beri  bateriye meraklı olan İsmail grup kurmaya karar vermiştir. Albatros'u kurma amacı aslında film müzikleri bestelemekti fakat sonra yazdığı şiirlerin Volkan tarafından bestelenmesi sonucu beste, repertuar ve film müziği ve sahne çalışmalarına başlamışlardır.

İletişim için adresler
Grup Albatros
Twitter
Kişisel Blog






11.10.13

safa gayret

benimle ilgili bazı linkler

kimim ben?

kah­ra­man­ma­raş'ta doğ­dum, ya­şı­yo­rum. bil­gi­sa­yar prog­ram­cı­lı­ğı, web ge­liş­ti­ri­ci­li­ği ve radyo prog­ram­cı­lı­ğı iş­le­riy­le uğ­raş­tım. hâla bil­gi­sa­yar prog­ram­cı­lı­ğı oku­yo­rum. asp.​net ve c# kul­la­na­rak prog­ram­lar, web uy­gu­la­ma­la­rı ge­liş­ti­ri­yo­rum.

karışık düşünceler

bazen başımı alıp gidesim geliyor. benim bile bilmediğim, uzak bir yere gitmek istiyorum. kaybolmak istiyorum. belki de yokluğumu fark ederlerse, beni aramaya çıkarlar. onlar yakınlaştıkça bana, ben daha uzağa giderim. biraz peşimden koştururum beni arayanları. belki biraz kıymetimi anlarlar, gerçi kendimi kıymetli de görmem ama ne bileyim. biraz ilgi bekliyorum galiba.

kim istemez takdir edilmeyi. takdir olmasa da en azından fark edilmeyi. usta çok mu silik bir tipim var ki benim? aslında bu soruyu sormayı dahi mantıksız buluyorum. benimle ilgilenen ve beni insan sayıp konuşan kişilerde hep bir art niyet arıyorum. "lan işiniz düşmezse selam bile vermiyorsunuz." diye geçiriyorum içimden. çoğu zaman da kendime hak veriyorum. benimle menfaat için ilgilenmeyen tek kişi benim sanki. bundan da şüphe duyduğum an başımı alıp gideceğim. kendi kendimden menfaatim olmaz diye düşünmekteyim. nasıl olabilir ki?

ha hayatta kalmak için ilgileniyorum kendimle. onun dışında kendi kendimle ilişkim pek de iyi değil. en azından herkes kadar iyi değil. mesela aynanın karşısına geçip, "allahım bu nasıl bir yaratılıştır, beni yaratırken ek mesai mi yaptın?" gibi saçma sapan sorular sormam, kendimi asla şımartmam. her şeyi dozunda yaşarım.

10.10.13

"SUS'ulan Gerçekler..."

Herkezin hayatında biraz vardır aslında bu gercekler.İnsan içindekini kalbindeki susturmaya calışır ve kendi içinde bagırır.."SUS'ulan GERÇEKLER"... Bu nerden esti derseniz söyleyeyim benimde içimde hep susturduğum daha doğrusu susturmaya calıştığım bir gerçek vardı, hep bastırdım üstüme alınmamaya çalıştım.Ama işte yinede insanın karsına çıkıyor bir yerlerde. Bugun karsıma cıktı nasıl çıktı diye sorarsanız da hemen söyleyeyim mai'in en yakın arkadaşıydı..biz mai'yle ayrılmış olsakta onunla hiç bağımızı koparmamıştık, o beni abisi görürdü bense onu kardeşim gibi.Ara ara buluşurduk, o beni aşk konusunda hep örnek alırdı.benim mai'ye olan aşkıma çok fazla imrenirdi.kendisinin aşkına benim aşkımdan bakardı benden akıl danışırdı hep.Bugün de yine buluşalım dedi sana anlatacaklarım var dedi basladı kendi askını anlatmaya ben bir yandan dinliyorum bir yandanda neler yapması gerektigini söyluyordum kendisine.Bunları söylerken de içimde susturduğum gerçeklerim den faydalanıyordum.onun la yasadığım olaylardan esinlenerek ne yapması gerektigini bir aşkta nasıl ayakta durulması gerektiğini söylüyordum.Ben ona öneride bulundukça eski defterleri açıp susturduğum gercekleri açığa çıkartıyordum. bugün şunu anladım ne kadar kacarsan kaç gerçeklerden kaçılmıyor ve yaşadığın her şey iyi veya kötü karsına çıkıyor. hayat aldığı kadar veriyor..

başarı başarı mıdır?

bir bilgisayar oyununu yardım almadan "başarılı" bir şekilde oynamak "başarıdır" evet. ama şöyle bir şey var, her başarı insana has. ehliyet sınavını başarıyla vermek. ehliyeti hak etmek. kaza yapmadan araba kullanabilmek insancıl bir şey. böyle bakınca araba kullanabilmek başarı değil.

araba mı evvel insan mı?

biliyorsunuz ki araba dediğimiz teknoloji insanın hayalgücü ve mühendislik ürünü. mühendislik söz konusu olunca kullanılabilirliği meclis dışı göremeyiz. araba dediğimiz şey inşa edilirken yanı sıra birkaç farklı formda da çizilmiştir. insan formuna en uygun olanının seçilip inşa edildiğine eminim. yani inşa edilen araba insanın yeti ve yeteneklerine bakılarak inşa edilmiş. o da eşittir, her insan araba kullanabilir.

naylon başarı

araba kullanabilmek naylon başarıyken f1 pilotu olabilmek başarıdır. türkiye'de büyüyüp arap alfabesiyle yazabilmek naylon başarıyken türkiye'de büyüyüp çin veya kiril alfabesiyle yazabilmek başarıdır. babanın ticari ünvanını devralmak naylon başarıyken sıfırdan iş kurmak başarıdır.

başarı başkalarının sunduğu değil kişinin kazandığıdır.

9.10.13

Aşk Kaybetti Kendini

Aşk Kaybetti Kendini
Aşk Ne Kadar Masum Sözcük Değil mi? .Aniden (A) Şokla (Ş) Karşılaşma (K).
İnsanın hiç beklemediği anda beklemediği şekilde karşısına çıkar bu duygu
O an kaçışın ve yapabileceğin hiç bir şey yoktur. Nice Matematik Profesörlerini çağırsanda, deneyler yapsalarda formülünü asla Bulamazlar.
Nice Efsaneler Oldu Aşk Üzerine,
Leyla ile Mecnun Ferhat İle Şirin.
Nice Şarkılar Yazıldı Aşk Üstüne Ve Yazılmaya devam Ediliyor.
Nice filmlere kitaplara konu oldu aşk olmayada devam edeceği aşikar.
Aşk kavramı gün geçtikçe değerini kaybediyor.
Eskidendi sevdiğin uğruna dağları delmeler.
İnsanlar Yabancılaştı, İlişkiler Oyun Haline Geldi.
Eski Türk Filmlerindeki aşklar komik geliyor gençlere.
Aslında bilmiyorlar kendileri acınacak haldeler.
Bende gencim fakat sanki 1970′lerde yaşamışta 2000′li yıllara sonradan gönderilmiş gibi hissediyorum.
Aşklar sahte insanlar sahte ortam sahte.
Gerçeğe ulaşmak zor ,imkansız değil. Bilinçlenirmi gençler bilemem.
Baktığınız zaman Behlül’e özeniyor kimisi Ezel’e Polat gibi racon kesiyor bazıları .Umudumu kaybediyorum yavaştan.
Ben benim gibi olan dostlarla yaşamaya devam edeceğim

geçmişe bakıp da...

geçmiş günleri yâdedip güldüğümüz, "bu ney lan, bu ben miyim?" dediğimiz oluyordur. işte bunun sebebi, aklın günden güne bir olgunluk seviyesine ulaşmasıdır.

bir polisiye filmini 6-10 yaş arası çocuğa izlettiğimizi düşünelim. eminim tepkisi şu olacaktır: "ben de polisim suçlular yakalayacağım ve onları 'bum' vuracağım". aynı filmi 10-18 yaş arası gençlere izlettiğimizde alacağımız tepki şu şekilde olabilir: "ben polis olacağım adaleti sağlamaya yardımcı olacağım". bu filmi 18+ yaş, başka bir çocuğa izlettiğimizde vereceği tepki: "polis olmak istiyorum ancak nasıl polis olunur, hangi okulu okumam gerekli bunları bilmiyorum. bu gibi durumları öğrenmem gerekli" şeklinde bir tepki verebilir.

yukarıda gördüğünüz gibi akıl olgunlaştıkça, düşünceler daha tutarlı ve mantıklı bir hâl almaya başlıyor. akıl olgunlaştıkça olayları sorgulama, irdeleme, mantıklı fikirler üretme ihtiyacı doğuyor. "tamam herkes bu böyle diyor ama benim bunu geçerli bir kaynaktan tasdik etmem lazım". sorgulama ihtiyacı ile birlikte araştırma ve merak etme gibi eylemler önem kazanıyor. aklın olgunlaşmasını belirli yaş gruplarına ayırmak tabi yanlış olacaktır. insanın içinde yaşadığı çevre, ebeveyn, yaşantısı, eğitim olanakları, kazandığı deneyimler aklın olgunlaşmasına büyük katkısı vardır. bunu şu sözle destekleyebiliriz:  "büyümüş de küçülmüş".

sorumluluk bilinci kazanma, kendine ait olduğunu hissettiği materyal ve kişileri sahiplenme; onların gördüğü zarar, geçirdiği kaza vb. durumlardan kendini sorumlu tutmadır. halbuki bir çocuğun yanında, ailesine veya başka birinin başına bir şey gelse, en fazla üzgün olduğunu ifade etmek için ağlar. o an için ne yapması gerektiğini, nasıl davranması gerektiğini bilmez. işte bu durumun sebebi de deneyim yönünden zayıflıktır. deneyim kişilerin yaşantısı yoluyla daha önce yaşadığı bir durumun ileriki yaşantısına rehberlik etmesi şeklinde açıklayabiliriz.

neyse sözü fazla uzattım. geçmiş yaşantımıza bakıp kendimizi yadırgamamızın nedeni; aklın olgunluk seviyesinin günden güne değişmesidir. bu yüzden geçmiş durum ve olayları incelediğimizde şurda şu şekilde yapsam, burda bu şekilde davranmsam daha iyi olurdu gibi ifadeler takınırız.

ifadem özgür

ifadem özgür değil.
kelimelerim boğazıma düğümleniyor,
ne zaman konuşmak istesem.
karşıma geçmiş sus ulan!!!
bugün de sus her zamanki gibi.
zaten konuşmak...
konuşmak cahil işi.
susuyorsam bir anlamı yok,
ayrıca asalet sahibi de değilim.
besbelli özgür olduğumdan susuyorum
özgürlük kuşun kanadında oraya buraya giderken
ben duvarlara tırmanıyorum yakalamak için
olmayacak duaya amin diyorum çoğu zaman,
çoğu zaman da cemaate ayak uyduruyorum.
eğer özgür olsaydı dünya,
her kafadan bir ses çıkardı.
şimdi bağırsam şurada içimden geçenleri
içimden geçmeyen tepkiler alırım,
özgürlüğün yan etkisi.

8.10.13

çay hazır sayılır niye mutsuzsun?

hani şey vardır, "ben bazen şöyle olurum, sende de olur mu?" soruları. bende de bu sorulardan var. her sıradan insan akşam eve gelirken mutlu olur. işin, okulun stresinden bir miktar da olsa arınmıştır ve o yolun sonunda güzel yemekler muhabbetler bulacaktır. bu mutluluk evde bir süre vakit geçirince yerini sıkıcılığa bırakır. çünkü muhabbetler edilmiş, yemekler yenmiştir. karın tok sırt pektir yani. böyle olunca insan uyumadan ve dolayısıyla yeni bir iş gününe başlamadan evvel kendini mutlu edecek bir şey arayışına girer. bu arayış insanı genellikle (ülkemizde) çaya götürür. sizde de olur mu öyle? çay hazırlanırken veya içerken mutlu olur musunuz?

anne, eş veya ev arkadaşı çayı hazırlarken internette vakit öldürüyoruzdur veya bir şeyler okuyor, izliyoruzdur ne bileyim. insan mutlu oluverir. uyku gelinceye kadar ayakta tutacak mutluluğun kaynağı çaydır. bazen de şey olur. hani kişi evde yalnızdır. anne-baba ismini ilk defa duyulan birinin düğününe gitmiştir veya eş, kayınvalidelere bir haftalığına gitmiştir ya da ev arkadaşı sevgilisiyle dışarda eğleniyordur. kişi evde yalnızdır yani.

film izlemek veya kitap okumak bir yere kadar mutlu edebilir. bir yerden sonra çay gibi bir kurtarıcıya ihtiyaç duyar kişi. kişi kendinden bilecekse işi bir kurtarıcı da purodur. yani bu tamamen kişisel bir zevk sayın ahmet abi. sigaradan zerre hazzetmeyen biri olarak puroyu ahlakıyla içmekten çok hoşlanırım. çünkü insan hayatta kalmak için mutluluğa ihtiyaç duyuyor. mutluluk günü, günler hayatı kurtarıyor. günün son çeyreğinde insanın kendini çay gibi şeylerle ödüllendirişi de bu sebeptendir herhalde.

7.10.13

arkadaşlık

8 yaşındaki yeğenim arkadaşlık hakkında aşağıdaki yazıyı yazdı ve bana internette yayınlamamı söyledi.
"arkadaşlar birbirini çok sever. ben ablamı çok severim ablam da beni sever."

sistemin çarkı

eğitim sistemi sınavlara dönük bilgilerle öğrencinin beynini bulandırmaktan başka bir işe yaramıyor. sınava kadar kalıcı olabilen bilginin, kişinin ileri hayatına katkısı ne olabilir?

mesleklerde yozlaşma, kendini bilmezlik ve yolsuzluk durumları doğrudan olmasa da dolaylı olarak eğitim sisteminin yanlış işlemesinden kaynaklanıyor. özgüven sahibi öğrencilerin özgüvenini sarsan kuşkusuz sınavlar ve notlar. öğrenmek için öğrenmenin mümkün olabilmesi için gerekli özgüven kırılırsa,  öğrenci yolunu kaybediyor. bununla kalmıyor hedefini küçültmek zorunda kalıyor.

belki bizden de bilim adamları; kendini yetiştirmiş doktorlar ve mühendislerin çıkması olası olabilir. ancak sistem belirli bir yere kadar ilerleme olanağı sağlıyor. tamam sistem olmasa da olmaz. ancak sistemin sistemsiz bir şekilde ilerlemesinin de genç nesillere atfedilmesi hiç de hoş değil. sistemin yapısı birçok şey olmamızı istiyor.

ilkokulda koyduğumuz hedef sistemin çarkında eriye eriye kaybolma seviyesine ulaşıyor. daha sonra sınavlarla sistem sana seçme olanağı veriyor. tabiî istediğin şıkkı seçemezsin. istediğini seçebilme için hedeflerin sistemin çarkında iken, sen de sistemin içine girip hedeflerin kaybolmadan ordan söküp alman lazımdı. şimdi ne oldu sistem kendi içinde yoğurduğu, belki başka adayların hedeflerini getirdi önüne, "al dedi sen bu okula git". ilk başta yadırgadın, "olmaz ben gitmem" dedin. ancak sistemin en önemli unsurları olan ebeveynlerin baskısı ve en azından boşta gezmeme gibi nedenlerden dolayı sisteme boyun eğdin.

akademi hayatının monoton ve sıkıcı geçmesi beni hiç de şaşırtmaz. derslere olan ilgisizlik, belki de okulu uzatmana yol açacak. iyi kötü okulu bitirip diplomayı alacaksın. belki kafa yormaktan saçların dökülecek hasta olacaksın. hastalık dediysem, psikolojik ağırlıklı hastalıklar. kendini toparlamadan önce tekrar sisteme başvurman gerekli.

tamam diplomayı aldın, o diplomayı duvara asmak için almadın. tekrar sisteme başvurup,  "böyle böyle elimde bir diploma var. bu departmanda boş kontenjan var mı?". öyle yağma yok istediğin departmana elini kolunu sallaya sallaya yerleşemezsin, sınava gireceksin. sınavda yüksek bir puan almak tabiî öncelikli kriter. diğer kriterleri tahmin etmek güç değil. bu aşamayı da atlattıysanız hayırlı olsun, artık bir mesleğiniz var. takatiniz kaldı ise mesleğinizde yükselin. ayrıca hacı işinizi severek yapın. sonuçta sistem sizin için her türlü olanağı sağladı.

5.10.13

yazmak

üretirken beslenmek mümkün mü?
***
ilkokulda yaza yaza bileklerim ağrırdı. öğretmen "yazmak zorundasınız" demese yazmazdım. ve genelde öğretmen "yazmak zorundasınız" derdi. ortaokulda da gidişat bu yöndeydi. lisede "yazmak zorundasınız" sözünü daha az duyuyordum. kalem tutmaktan nefret ediyorsam bu zorunluluklar yüzünden. ve üstelik öğretmen ayakkabısının topuğuyla zemini döverek sıralarımız arasında yürürken bir yandan da okurken "de ayrı" falan diye uyarmasa de'leri ayırmazdım.

dil bilgim öğretmenin elindeki kitabı okuyuşuyla sabitti. daha kötüsü öğretmen ödev verirse ve evde kitabı ablama okutup yazarsam ablam uyarmadığı için de'ler falan hep bitişik olurdu. oğuz cemcir'in dediği gibi "ezberci eğitim hacı" ezberci.

gel zaman git zaman, lisede bir hevesle ve biraz da öğretmenin okuduklarından ben de yazabilirim belki motivasyonuyla blog yazmaya başladım. tabii yine de'ler bitişik. lise sonda falan "türkçe'nin yeri ve önemi" gibi konuları ciddiye almaya başladım galiba. ayrı yazılması gereken de'leri ayrı yazmaya başladığım dönem de yine bu dönemdir.

tabii derslere yazarak çalıştığımda yakaladığım "başarı" da yazma şevkimi güçlendirdi. ve yazmanın en büyük motivasyonlarından biri de konuşamamak. öyle her konuyu konuşamıyordum. hâla var biraz bu. bu nedenle yazmayı daha içselleştirdim ve hep yazdım aslında. ilkokuldan liseye bilinçsizce daha sonra isteye isteye yazdım. yazarken kendime bir şeyler kattım. çünkü bu yazdıklarım içerisinde yeni tabirler, terimler kullanmak durumunda kalıyordum ve hemen google'a yazıyordum o terimi, araştırıyordum kendimce. "öğrencinin rutin sorunları" temalı bir yazı hazırlarken siyaset bilimi hakkında da fikir sahibi olabiliyordum. yazarken bir şeyler öğreniyordum.

yazmayı en cazip yapan şeylerden biri de şüphesiz geri alabilme güzelliği. "kuzenim yazmış" ciddiyetsizliğinde değil tabii ki. örneğin ben şu an "yayınla" düğmesine basarak yazımı bu haliyle yayınlayabilirim veya birkaç kez baştan sona okuyup hatalarımı, kusurlarımı düzelttikten sonra yayınlayabilirim. mektup da böyle değil midir? yazarken daha kolay ifade ederiz kendimizi. ağzımızdan çıkanı geri alamayız ama kalemimizden çıkanı geri alabiliriz. biz insanoğlunun yazarak kendini daha iyi ifade edebildiğine bir kanıt da hoşlanılan kişiye yazarak "açılma" eğilimi. konuşmak yerine yazmak hemen herkesin birincil seçeneği.

daha önce dergi, kitap, ortak blog gibi bir yerlerde yazmışlar bilirler ki, yazdıktan sonra "gönder" düğmesine basınca insan bir rahatlar biraz soğumuş çayı fondipler falan. bunlar güzel şeyler azizim. böyle bakınca yazmak bir nevi terapi. terapi demişken "serbest yazım" gibi bir şey vardır. filmlerde falan görürüz. terapist der ki "eline bir kağıt kalem al ve aklına gelen her şeyi yaz. özgürce yaz." yazmak biraz da kişinin kendine itiraf edemediklerini itiraf etmesi galiba. emin değilim. cahilim fikrim taze.

bir de şiir yazmak var. şiir konusunda da kişinin kendine itiraf edemediklerini kaleme alması gibi düşünüyorum. "şairler tuhaf insanlardır" tespiti bir kişiye ait değil sonuçta. bir de şiir yazmak biraz da erkek işi galiba. ibrahim aksakal der ki "'erkek adam ağlamaz' gibi mahalle baskıları sonucunda erkekler kendilerini bazı konularda hep susturur, dizginler. ve bu bir yerde patlak verir. ya şiir yazar ya resim çizer, belki de boy boy heykeller diker." yani insan biraz da kendini anlatamadığından sanatçı olur. sanatçı hep biraz mazlum ve mağdurdur zaten.

bir de tüm bunların dışında bir kıza yazmak vardır. sahi niye sadece biz erkekler yazarız? bak bu da incelenmesi gereken bir konu. bir kız niye bir erkeğe yazmaz? ya da yazmaz mı? niye kızların bu minvalde yaptıklarını "yardım istiyor" falan gibi algılıyoruz da erkeğin yaptığını "yazmak" olarak algılıyoruz. ben hiç dışarda bir kadına saat sormadım mesela. sormak zorunda da kalmadım aslında ama saati sormam icap etse evvela hemcinsimi ararım. çünkü "afedersiniz, saat kaç?" diye bir kadına yaklaşsam çantasıyla vuracakmış gibi geliyor bana. böyle düşünüyor olmamda yerli senaristlerimizin de etkisi olabilir. ama bir kadın "afedersiniz, saat kaç?" diye sorsa bana. hiç de "aa bana yazıyor" falan diye düşünmem yani. aslında hiçbir kadın bana saat sormadı. belki sorsa ben de öyle düşün... yok lan aptal mıyım ben? niye öyle düşüneyim. saati öğrenmek istemiş ve sormuştur illaki.

yazmak biraz da okunmak istemektir galiba. yani insan hiç okunmamak için yazmaz gibi geliyor bana. günlük tutmanın gayesini bu yüzden anlamadan öleceğim galiba. ne çok galiba diyorum bu beni mütevazi gösteriyor mu? bu sorumu kaç kişi yanıtlarsa o kadar arkadaşım var demektir. yazmaktan çok okumak marifettir bu sebeple. okumak besler adamı. ama yazmak da besler. bunu bir yerlere yazmak lazım. kesinlikle yazarken beslenebilir insan.
***
evet mümkün.

başlıksız

zor meziyet yalnızlık. soğuktan daha etkili bir silah. üşüyorsam da kalabalıkken üşüyeyim. daha kötü bir şey varsa o da....  daha ne olsun. yalnızsan zaten dibe vurmuşsun demektir. yine de anlaşılmamak da kötü bir şey. yanlış anlaşılma onu hiç söylemiyorum bile. yalnızım deyince yalnız olmuyor insan. yalnız olabilmek için gerekli şartları sağlamalı ve istenilen evrakları tamamlamalı. bir adet vesikalık fotoğraf, terk etmiş bir arkadaş, boş yere akmış bir avuç gözyaşı. bir de yalnız olabilmek için bir hayli umutsuz ve mutsuz olabilmek gerekli. eğer bu şartları taşıyorsanız yalnız sayılmazsınız. ayrıca iyi düşüncelerin yerini karamsar ve mantıklı düşünceler almalı tam anlamıyla yalnız sayılabilmek için. yalnız olan bir adamla- bayanı aynı kefeye koymamı istemeyin benden. kadın yalnızsa bunu gözyaşlarıyla belli edebilir. erkek ne yapsın. en fazla şiir yazar yalnızlıkla ilgili. onu yaparken de anlaşılmamaktan korkar. gerçi kendi bile anlayamaz yazdığı şiiri o ayrı. beni benden iyi anlayan biri olabilir mi? olur mu lan öyle şey!!! sen kendini anlayamıyorsan seni kim anlasın. elektrik tellerinin üzerine konmuş yusufçuk mu? ya da patlamış su boruları mı? yalnız ölmeyi hak edecek ne yapar ki bir insan. ya da yağmurda ıslanmayı... ben insanları insan olduğu için sevenlerden değilim evet, ben böyleyim. çünkü bazı insanlarla aynı grubu paylaştığım için kendimden utanıyorum. hayvanım lan ben... zorda kalınca hemen hayvanım, öküzüm... onların yine iyi kötü hayat kaideleri var senin neyin var aptal. bir takılmışsın çekim işine. beceremiyorsan yapma. abi aslında becerebilirim de. bırak da lı de li konuşmayı. abi ben iyi değilim. yağmur yağışı bana onu hatırlatıyor. ıslandıkça ısınıyormuşum gibi sanki. ama o beni sel sularıyla logara kadar sürüklemiş de haberim yokmuş. ben çok üzüldüm. o, o da üzüldü abi benim üzülmeme çok üzülmüş. hani bir komedi filminde gülme efekti, dramada duygusal müzikler olur ya. filmin duygusunu anlamasak da müziğin bıraktığı etkiyle güler ya da duygulanırız, öyle bir şey. yalnız başıma bir seyahate çıkıyorum. yanıma alacağım üç şey, çay, semaver, şeker abi ya 5 olsa yoksa çay kaşığı ve bardağı alamam. a 5 olursa da en önemli şeyi alamam ateşi, ne ile yakacağım semaveri. o zaman bu son abi kibriti de alayım. çayı severim. belki de çoğu insandan çok severim. sebebsiz bir mutluluk veriyor çay. küçük bardaksa üç küp şeker büyük su bardağı ise en fazla altı şeker.  bazı mutluluklar şeker gibi çabuk eriyor. karıştırmazsan da eriyor. en fazla 5 dk. seninle aynı ortam paylaşıyorum diye seninle dost olacağımı sanma. hayvanlar da bir arada yaşar ama doğal koşullar sebebiyle birbirini tüketirler. sen de benim ömrümü tükettin. ne yaptıysam seni ikna edemedim, hepimiz insanız. para en fazla maddi farklılıktır. maddi yönden farklılık önemsizdir. yani bu tanımlamaya göre sen önemsiz bir insansın hay... pardon ya gaza geldim bana 700 lira borç versene. aslında 500 lazım da 200 lirayı da israf edeceğim. "öbür dünyada biraz da israftan yanalım" safa gayret. e sen nasılsın görüşmeyeli bayağı kilo almışsın serpilmişsin, data sourcen kuvvetli anlaşılan. benim veremediğim her şeyi vermişler sana. ama benim verdiğim hiçbir şeyi de eksik etmişler ayıp etmişler.  bir kısa film çekelim dedik tamam her şey hazır değildi ama ben çok hazırdım. iki kişi gittik hep. dördün ikisi olduk. her şeyimiz vardı. umudumuz, hevesimiz paramız yoktu ama ihtiyacımız da yoktu o kadar fakir değildik. bir kavgada, tartışmada da ben haklı çıksam. yok olmuyor. en iyisi susmak ya da boş konuşmak. haklı olmak rezil olmak. kendini beğenmiyorsan başkalarınıı fazlasıyla beğendiğin içindir. özenti bir hayat kimin hoşuna gider. aynı türk dizilerinin yeni bölümü öncesi yayınlanan özetlere dönersin. özetlemem gerekirse hayat çok sıkıcı. sımsıkı sarılma hayata. hayat bir kobra yılanı gibi dolanır boynuna. aşağı tükürsen sakal yukarı tükürsen bıyık. ne yapacağımı bilemez duruma geldim. başka birinin cezasını neden ben çekecek mişim? sorarım size hakim bey.

hepçil düşünce

İnsanların birbirini anlayabilmeleri ne kadar da önemli. Senin yaptığın bir şey diğer insanların zararına olacaksa, her ne yapacaksan yapma mesela. Veyahut ne yapacaksan başka bir ortamda yap. Bencilce düşünmek, insanı geriletir. Kendi kadar başkasını düşünen insan sosyal yönden daha etkin, başarı yönünden daha yüksek başarılar elde eder. Bana kalırsa en büyük “erdem” hepçil olabilmektir. Örneğin; yolda bir taş gördün ve biri takılıp düşmesin diye o taşı kenara koydun. Bu şekilde düşünerek ne kaybettin, aksine insanlık yararına bir iş yapmış oldun. Aslında bu konuyu seçme sebebim kanayan bir yaramı dile getirmek istememden kaynaklandı. Sigara bağımlığı, ya da diğer bir adıyla içicilik ülkemizde oldukça yaygın.Bu durum normal olmasa da artık normal karşılamaya başladık. sonuçta aylık bilmem kaç tl para sigara dumanıyla uçup gidiyor, her neyse. Bir aktif içiciler var, bir de pasif içiciler. Aktif içiciler istemli bir şekilde içiyor ve sigaranın dumanına ve diğer etmenlerine göz yumuyor. Aktif içiciler(bağımlılar) ve pasif içicilerin aynı ortamda bulunmak zorunda olduğu durumlarda neden hep pasif içiciler ortamı terk etmek zorunda. Evet bencillik dedim, başkasını düşünme dedim, başkasının yararını-zararını gözleme dedim. Aslında bunların hepsini aksetme sebebim buydu. Sigara içicileri lütfen özellikle kapalı ortamlarda sigara içmeyiniz. Aynı ortamda sigaradan zarar gören insanların da olabileceğini unutmayın.

2.10.13

yazarlık başvuru

hayat telaşesi

kör karanlıktan aydınlığa çıkan yolda ayağım halının kalkan kenarına takıldı ve düştüm. uykulu uykulu düşmek de...
-kendi düşen ağlamaz kalk ayağa.
bu ses dedim. hâla uykuluydum. gözlerimi zar zor olsa da açabildim. bu bizim safaydı. safa ne zaman geldin yahu hiç farketmedim.
-nerden fark edeceksin ulan sanki 40 yıldır uyumamış gibi uyuyordun.
e niye kaldırmadın beni. sana da ayıp oldu ya.
-yok sorun değil, ben de dışarda biraz hava aldım kendime geldim. hayırdır beni niye çağırmıştın.
şey ya bugün ikimizin de işi gücü yok.
-evet, devam...
ben de dedim bari senaryo, fikir felan..
-ha o sebepten.
yani . canım çok sıkılıyor yoksa.
-şey yapalım sana uyarsa diğer arkadaşları da arayalım bugün için bir kısa film çekelim.
vallahi bana uyar. o zaman ben arayayım fıstık ve sefayı.
önce fıstığı arayayım.
abi telefon çalıyor....
açmadı abi!!!
-öldü mü yoksa lan bu adam.
yok ya ölse haberimiz olurdu. kara haber tez duyulur.
neyse sefayı arayayım.
çalıyor...
alooo sefa selamünaleyküm
+ aleykümselam
ne var ne yok.
+ iyidir seni sormalı ben de iyiyim
şey ya biz safa ile buluşacaktık da acaba sen de gelir misin?
+ saat kaçta?
saat 12.00 gibi...
+  biraz işlerim var da. ben 1 saat gecikebilirim
tamam sorun değil biz safa ile valilik parkında bekliyoruz.
ne yapalım safa, sefa üstad gelene kadar.
-abi şu anda aklımdan geçen bir hikaye anlatayım sana.
doğaçlama mı?
-evet.
anlat çok merak ettim.
-bir senaryo niteliğinde
hacı maraşın en yüksek tepesinde gün doğumunu seyrediyorum. birden garip bir ses duyuyorum ve irkiliyorum.  bir hayli şaşkın bir şekilde sesi takip ediyorum. ben gittikçe ses uzaklaşıyor. derken bizim mahalleye kadar geliyorum ses hâla uzaklaşıyor. artık sinirlenmişim: "yeterrrr be" diye bağırıyorum. tabiî komşular benim sesime uyanıyorlar. tık tık pencere sesleri...
evimin tam karşısında oturan komşum: "bu ne beee sabah sabah sarhoş musun oğlum!!!". sonra başka  bir ses daha doğrusu beni buraya kadar getiren ses; safa,safa diye yankılanıyor kulaklarımda. öncesinde sesi duyuyordum ama anlamıyordum.
ee daha sonra
-safa, safa derken birden irkilip...
abi devam heyecanlandım. sonra ne oluyor.
-... irkilip uyanıyorum. meğerse hepsi rüyaymış.
oldu mu şimdii safa? bir hikayeyi de rüya ile bitirme.
-hikâye tıkanmıştı nasıl devam edebilirdi?
şey olabilirdi mesela.
evin karşısındaki komşu bağırdıktan sonra. anne babam duymasın diye kaçıyorum, mahalleden uzaklaşıyorum. hâla ses kulaklarımda. bu sefer ters bir durum söz konusu. koştukça sese yaklaşıyorum. bu şekilde biraz koştuktan sonra sese ramak kalıyor ki...
-ne oldu.
dönüp dolaşıp kendi evime gelmişim. içeri giriyorum.
-eee
odama doğru yürüyorum.
-niye odama gidiyorsun hacı
e sesler o yönden geliyor.
odama giriyorum. hayretler içinde kalıyorum.
-ne oldu ki?
aynı benden yani senden bilgisayarın sandalyesinde oturuyor ve çok üzgün.
-abi bırak ya benimki daha mantıklıydı. bunu nasıl açıklayacasın.
sabırsızlanma açıklıyorum. o kadar mutsuzsun ki astral seyahate çıkmışsın istediğin yere yani sakin bir yere gitmişssin.
- tamam. o sesin açıklaması...
iç sesin sonuçta zorla mutluluk olmuyor.
- o ne demek la.
yani vicdanının sesi. aslında mutsuzsun. kendini mutlu atfetmeye çalışırken vicdanın rahatsız oluyor.

devamı gelecek....

1.10.13

andımız anıldı ve bitti

artık derse başlamadan önce ant içilmeyecek.

türküm, doğruyum, çalışkanım,
ilkem; küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak, yurdumu, milletimi özümden çok sevmektir.
ülküm; yükselmek, ileri gitmektir.
ey büyük atatürk!
açtığın yolda, gösterdiğin hedefe durmadan yürüyeceğime ant içerim.
varlığım türk varlığına armağan olsun.
ne mutlu türküm diyene!

bir türk olarak, andımızın artık zorunlu okutulmamasını destekliyorum. ben 8 yıl bu yemini ettim, ant içtim. anlamını hiç bilmeden. içi boş bir yemindi bu. sonra birgün, lise 2 falan, sabahın 7'sinde okuluma giderken bir ilkokulun yanından geçmem icap ettiğinde andımızın okunuşuna tanık oldum ve can kulağıyla dinledim, dedim ki kendime 8 yıl bu ülkeye yararlı biri olacağıma dair yemin etmişim, atalarıma söz vermişim. bunu bilinçsizce yapmasaydım daha anlamlı olurdu. ne bileyim öğretmenlerimiz her yeni eğitim yılının başında andımızı ve ülkemize, atalarımıza olan borçlarımızı anlatsaydı keşke.

kimse ne yaptığımızı izah etmeyince bana göre ant içmek, yazın sıcakta sırtımda 10 kilo sırt çantamla sıcaktan şikayet ederek, kışın çisileyen yağmur altında sırtımda 10 kilo sırt çantamla soğuktan şikayet ederek yapılan bir prosedürdü.

şimdi 20 yaşındayım. 4-5 yıldır andımızın ne anlama geldiğini biliyorum ve elimden geldiğince ettiğim yeminlerin arkasında durmaya çalışıyorum. andımız her sabah okunmasa da bilinçli (müstakbel) aileler ülkesine, atalarına yaraşır kuşaklar yetiştireceklerdir. varlığım türk varlığına armağan olsun.