Sokak sonu biracısında bir kış geçirdik üç arkadaş. Onlar boş
bira şişelerini çalmaya çalışıyordu, bende onlara şişeleri boşaltarak destek
çıkıyordum. Mehmet ağbi fark ettiği halde seslenmemişti. Mehmet ağbi değişik
bir adamdı. Kafasının sadece sağında ve solunda saçlar vardı, üstüne
yapışmıştır diye iddiaya girdiğimiz gri gömleğinin sol cebinde hep bir tekel
2000 olurdu. Temiz içerdi. Annesi onu beş aylıkken terk etmiş. Karısı da 44
yıllıkken. Bir gün tek başıma oturuyordum, suratımın asık olduğunu fark edince
yanıma geldi "Neyin var" dedi. "Bir şeyim yok ağbi" dedim.
"Sigaran da mı?"
"Yok ağbi."
Çıkartıp bir tane verdi. Bira içiyorsam ve
yanında duman tütmüyorsa bu büyük bir sorundur benim için. Mehmet ağbide biliyordu
bunu. Sigarayı yaktım. Sarhoşun teki "Ananı sikeceğim senin Zahide"
diye bir nara atana kadar susmuştuk. Mehmet ağbi hemen olay yerine koştu,
sarhoşa susup efendi gibi içmezse evine kadar döverek götürebileceğini
söylüyordu ve bunu destekler nitelikte el kol hareketleri yapıyordu. Sarhoşu susturup
yerine oturtunca raftan bir kül tablası alıp tekrar yanıma geldi ve oturdu. Sigara
paketini göğüs cebinden çıkartıp masanın üstüne koydu. Benden bir şeyler anlatmamı
bekliyor ama sessizliği bozmamak için kendiside konuşmuyordu. Ne kadar zaman
geçti bilmiyorum ama kül tablasında 11 tane izmarit saymıştım. Kendisi
anlatmaya başladı. "Bir sabah telefon çaldı, gittiğini söyledi. Bacağımın kopup
gitmesini telefondan öğrenmiş gibi oldum. Bari dedim. Bari bir mektup
yazsaydın. Telefondan terk edilmek zoruma gitti. Beni çağırıyordu, kısa bir
yolculuk yaptığını söyledi. İlk dolmuşa bin ve 842. dükkanda in dedi. Binemem
dedim. Ayaklarım yok. Birinden ödünç al dedi. Kafamın içerisinde ağlayan bir
kadın sesi var duyamıyorum seni dedim. Bir birahane aç, sokak sonunda sokak
sonu olsun... Bir daha ne gördüm ne sesini duydum. Bir gün abisi gelip artık öldüğüne inanmamı söyledi. İnanmadım. Çok sigara içiyordu, benden önce ölme dikkat et demiştim. Tamam demişti. Halbuki ben ciddiydim, o değilmiş. Telefonum çalıyordu, kafamın içinde telefonlar çalıyordu. Bir gün
sabah erkenden mezarlığa gittim. Ayaklarım yoktu, sürünüyordum. İsmini
bulamadım, bir toprak almak isterdim. Ellerim yoktu. Ellerimin arasında bir kuş
görmek isterdim. Havaya fırlatmak. Ayaklarına bir not iliştirmek istiyordum.
Kuşun kanatları yoktu. O gidince herkes hayatını devam ettirmek için gereken
bütün uzuvlarını yitirdi. Bir ben kaldım tek kulaklı, bir de sen. Var git
ayakların yok olmadan."