14.11.15

Bekarlık ve yemek

Eski twitlerimi zaman zaman gündeme getirmeyi çok seviyorum, kimseyle paylaşmasam bile zaman zaman kendi eski twitlerimi okuyorum. 5 yıl önceki twitlerimden eski beni hatırlıyorum.

9.11.15

Korkunca

* Bu yazı evrim teorisine göz kırpmaktadır.

İnsan korkunca göz kapakları ardına kadar açılır, normalden daha fazla kan kompalanır, beyin gözlere "Bulabildiğin tüm görsel verileri gönder, bakalım nasıl kurtulacağız bu durumdan" komutu verir. Aynı komutu kulağa ve burna da verir. Beyin, topladığı bu verileri işlerken her zamankinden daha hızlı çalışır.

Beyin korkulan durumu anlamaya çalışırken bedendeki silahları da devreye sokar. Bacaklara ve kollara her zamankinden daha çok kan pompalanır. Böylece kollar yumruk atmaya, bacaklarsa koşmaya hazırlanır.

Beynimiz korku durumunda kaçmaya daha çok meyillidir. Aslında beyin alışık olmadığı her durumdan kaçmaya çalışır. Beynimiz fazlasıyla muhafazakar bir organdır. Öğrendiği verileri varlığını devam ettirmek için kullanır, yeni bilgiye olan açlığı devrim aşkından değildir yani.

Beyin kaçışı kolaylaştırabilmek için bedende fazlalık olarak gördüğü ağırlıkları bedenden dışarı atar. Korkudan altına işeyenlerin beyni "Fazla ağırlıklardan kurtul ve koş!" komutu veriyordur. İnsan farkında olmadan fazlalıkları bırakabilir.

Beyin korku esnasında ümitsizliğe kapılan kişiyi yatıştırmak için, kişinin o yaşına kadar mutlu olduğu anılarından bir slayt hazırlayıp kişiye zorla izletir. Bu olurken kişi, uzaktan büyüyerek yaklaşan bir ışık, yeşillikler içinde huri gibi kızlar, harika manzaralar, güzel bir doğum günü partisi falan görebilir. Ölüm uzmanlarına göre ölmeden önce gülümseyenlerin beyinleri, kişilere bu gibi yatıştırıcı görüntüler izletiyor.

İnsan da bir tür hayvan işte.

4.11.15

Rabbim bana isim verir misin?

Aşkı sen yarattın, biliyorum Rabbim
Meselem bu değil,
Meselem daha mühim,
Aşkı kim öldürdü?

28.10.15

Seksenler Ve Bugün

insan bazen sıkılıyor dünyadan
tahta bavulunu ve kefenini alıp gidesi geliyor
tahta bavul demişken eskiler daha samimiydi 
mesela doksanlar seksenler 

hayatlarında gereksiz hiç bir şey yoktu
annelerin eskiyen elbiselerini verip onun yerine leğen alması gibi
insanlar umut doluydu helede çocuklar babalarının maaş günlerini beklerlerdi
elinde ki  parayla gider gazoz alıp gazozların kapaklarında taso yapıldığı yıllar bilirim

öyle şeyler bilirim ki 
insanların yoksulluktan gözlerinde oluk oluk boşalan yaşlar bilirim
yoksullardı ama huzurluydular
şimdi ise kapattık kendimizi evlerimize 

televizyon ve bilgisayar denen cihazların başından kalkmıyoruz
kafamızı kaldırıpta gözümüzün önüde öldürülen katledilen
insanları görmüyoruz resmen kör oluyoruz
resmen KÖR

22.9.15

mutlak medeniyetin önündeki engel

tüketim mutluluk vermez.
tüketim haz verir.
haz geçicidir. sekste olduğu gibi.
mutluluk kalıcıdır; sanatla, üretimle gelir.
insanın mutlusu sanatçıdır.
ama her sanatçı mutlu değildir.

mutlulukla kavramlar arasında güçlü bir bağ olduğu doğrudur
ama mutluluk kavramlardan doğmaz.
kavramlar mutluluktan doğar.
insan bunu görmeyip -tıpkı bir hayvan gibi-
hazzı mutluluğa tercih eder.

işte mutlak medeniyetin önündeki engel tam olarak budur.
prangalarımız; devletler, sınırlar ya da yasalar değil
prangalarımız
çocuklarımız

3.9.15

Asker



Asker 

Su uyur düşman uyumaz Bunu bil gözün aç Asker Siper uyumaya gelmez Uyursan candan geç Asker
 Vatanım emanet sana Vatan değer nice cana Giderken yaktığın kına Olsun nişanın koç Asker
 Anan baban başı dimdik 
Bacın rahat uyur şimdik Oğlumuz asker sevindik Dostu düşmanı seç Asker 

Sakın etme bizi tasa Yiyip içme tıka basa Bulaşma mikrop’a pise Kötüyle aran aç Asker 

Eğitim yap terini dök Al abdestin kirini dök Sar yaranı irini dök Düşman kanını iç Asker
 Ahmedinin nasihati Allah versin selameti Arar isen saadeti
Aman günahtan kaç asker 

24.8.15

Dostum elin yüzün kir içerisinde

git yüzünü yıka gel öyle fotoğraf çekelim

gerçekten mi?

-evet

o zaman bunları hiçbir yerde yayınlama dayı
 
yeğenim berkay

19.8.15

Minnet Eylemem




  Öyle bir türkü  ki dinledikçe daha da bağlanıyor insan. Diğer  türkülerden en büyük farkı şüphesiz ki bu türküyü seslendiren Ahmet Aslan. O kadar içten söylüyor ki, türküyü dinlerken kendimi bazen köyümde,  bazen yalnız başıma herhangi bir yerde, bazen de gerçeğin tam ortasında biçare bırakıyor.

Bu türküyü yazan büyük şair Nesimi'yi de unutmamak lazım tabii. Belki de her zaman söylediğimiz ancak bir türlü hayata uyarlayamadığımız kimseye eyvallahım yok düşüncesini en iyi anlatan dizelerdir bu türkünün dizeleri. 

18.8.15

Sürekli Oyun Oyun!

   Bir­bi­ri­mi­zi neden sev­me­di­ği­mi­zi an­la­mak güç değil. Bir ki­şi­yi se­ve­bil­mek için ge­re­ken ko­şul­lar bir türlü bit­mek bil­mez. O kişi çok iyi bir sır­daş­tır fakat bu ye­ter­li de­ğil­dir. Kara gün dos­tu­dur bu da ye­ter­li de­ğil­dir. Çünkü ken­di­mi­zi insan ola­rak en üst ba­sa­ma­ğa ko­ya­rız ve hiç kimse bu son ba­sa­ma­ğa ula­şa­maz. O en üst ba­sa­mak­tan her şeyi yö­ne­te­bi­le­ce­ği­mi­zi zan­ne­der ve sevgi denen kap­sam­lı bir ol­gu­dan ken­di­mi­zi so­yut­la­rız. Ba­zı­la­rı­nı; en üst ba­sa­mak­ta ol­ma­dı­ğı­mı­zı ha­tır­lat­tı­ğı için, ba­zı­la­rı­nı ise bizi hiç öv­me­di­ği –diğer in­san­lar­la eşit gör­dü­ğü- için sev­me­yiz. Tüm bun­lar olur­ken ken­di­mi­zi ön plan­da tut­mak için sü­rek­li ola­rak içe­ri­sin­de insan sev­gi­si, saygı, vic­dan ke­li­me­le­ri­nin geç­ti­ği çoğu başka yer­den arak­la­ma cüm­le­ler ku­ra­rız. Her şeyin te­me­lin­de dik­kat çek­mek is­te­me­miz yatar.


Kaynak: Behance


   Tüm bun­la­rı yapan biz de­ğil­mi­şiz gibi mut­suz ol­du­ğu­muz du­rum­lar­da ise yal­nız ol­du­ğu­mu­zu söy­ler, ne kadar ça­re­siz ol­du­ğu­mu­zu dü­şü­nü­rüz. Bu üzücü gö­rü­nen fakat yine kendi ego­mu­zu yük­sek gös­ter­me amacı ta­şı­yan bir du­rum­dur. Çünkü sev­gi­yi ya­şa­mı­nın mer­ke­zi­ne al­ma­yan in­san­lar kendi ego­su­nu şi­şir­mek için iki fark­lı yola baş­vu­rur­lar. Bun­lar­dan bi­rin­ci­si; yu­ka­rı­da da be­lirt­ti­ğim gibi ken­di­ni en üst ba­sa­ma­ğa ko­ya­rak diğer in­san­lar­dan daha fark­lı ol­du­ğu­nu dü­şün­mek, ikin­ci­si ise diğer in­san­la­rı en üst ba­sa­mak­ta gö­re­rek ken­di­si­ni im­kân­sız­lık­lar için­de dü­şü­nüp ya­kın­mak. Bu ya­kın­ma du­ru­mun­da in­san­lar, az imkân için­de veya top­lum­dan daha düşük bir hayat stan­dar­dın­da ya­şa­mış ba­şa­rı­lı ve ta­nın­mış ki­şi­le­ri ken­di­le­ri­ne re­fe­rans ala­rak yine ken­di­ni yük­sek gös­te­rir­ler.
Bir­bi­ri­mi­zi sev­sey­dik kem ken­di­mi­zi hem de çev­re­mi­zi bu şe­kil­de oyun­lar­la kan­dır­ma­mı­za gerek kal­maz­dı. Zaten ki­şi­ler bir­bi­ri­ni her an­lam­da ko­şul­suz kabul eder ve fark­lı­lık­la­rın çe­şit­li­li­ği bes­le­yen, ha­ya­tı daha ya­şa­nır kılan de­tay­lar ol­du­ğu­nu ve bun­lar­sız ya­şa­mın an­lam­sız ola­ca­ğı­nı bi­lir­dik. Yal­nız­lık da ol­maz­dı hem.

21.7.15

Bekleyecek Ama

Bazen mutlu olmak için aşık olmak gerekmez
Sadece sevildiğini bilsen yeter
Hayat bile sonsuza dek kalmayacak oda yok olacak
Aynı bir yaprak gibi 

Önce canı yanacak sonra susuz kalacak
Sonbahar gelince de uçurumdan düşer gibi düşecek
Her konuşmasında aşkını hasretini anlatarak 
Ama...

O alıştırmayacak kendini İlkbahar'a 
Bir gün düşeceğini hatta onun düşürenin 
Kendine çok yakın bir olduğunu bilerek yaşayacak
Ama ..

Unutmayacak bir daha doğacağını 
Onu kurutanın tekrar yeşerteceğini
Umutla aşkla bekleyecek


16.7.15

Gül Bahçesi

sen uzaklardasın ya şimdi 
nasıl katlanıyorsun ben siz günlere
ben sensiz her gün ölüyorum
gül bahçesindeki güller gibi soluyorum Monalisa'm

28.6.15

Biz İnsanız

bir kuş olursun geceleri görmezsin her yeri

sabahları yarasa olursun duyman hiç bir yeri
oysa sen insansın nankörlüğü çok seversin
hadi gidince elektrikler kalkarsın ya bilgisayardan

o zaman öğrenirsin gerçek hayatı 
sen insansın küfürü eksik etmez
namaza hiç yönelmezsin
ALLAH'a hiç el açıp dua etmezsin

cafelere gider falcılara ALLAH'tan çok inanırsın
bir peynir ekmeğe talim etmez
hamburgere salama gidersin
sen insansın günahı işlersin

sonra tövbe etmeye yeltendiğinde 
televizyon programım var dersin
insanların karısına bacısına bakarsın

karına bacına bakan oldu mu kıyamet koparırsın
namaza hafta bir gider 
orucu yarım tutarsın 
elinde şişeyle bıçakla Ramazan ayının bitmesini beklersin

sen insansın!!ALLAH demedi bize eşrefi mahlukat  
sen ne yaptın peki ey insanoğlu vurdun kardeşini sırtından
Kur'an-ı Kerim'i okudun mu hiç yoksa ciltleyipde astın mı duvara



hiç açtın mı meali,okuyup uyguladın Kerim'in sözlerini

22.6.15

11.6.15

fukarağ

bugün eve gelirken
bir ekmeğin kolundan tutup uçmayı öğrettim
böylece kuşlar daha sakin ölebilir

bir garibana da destek mahiyetiyle 10 liralık kıyma
birkaç yüz paket sigara
hüzünç aldım biraz da
böylece daha çabuk ölebilir

fakir denmesinden de hoşlanmıyorlar benim gibi
gariban diye yazmamı istedi
ölsün ki temizlensin dünya
getiriverdim yerine son dileğini

...

sonra bir takım hesaplar yaptım rabbim
getirip ispanya'daki türkleri bir araya
kaç ülke fethedebiliriz diye
hesaplar yaptım
çünkü fatih benim yaşımdaydı
saray'da sevişirken

bu hesaplamalar hep yalnızlaştırıyor
veresiye defterine şiir yazmak da
fazla anarşistçe biliyorum

ben kaç kişiyle daha sevişebilirim ki ölmeden,
şu kadın kaç kişilik bir orduyu yönetebilir ki,
bir ordu ne kadar sessiz kalabilir ki bu duruma

fatih sultan kaç sokağında daha yürüyebilir ki istanbul'un?
gerçekten seviyor mu
yoksa babasının zoruyla mı fethetti
ah sahi ölürken kaç kişiydi ordusu?

...

bana da sultanmışım gibi ordu versinler rabbim,
birer kucak dolusu çiçek toplatır,
kahramanmaraşlı kadınlara dağıttırırım
biraz da gülücük olsun ganimetleri.

...

bugün ispanya'da kaç kişi öldü bilmiyorum
rabbim
kahramanmaraş'ta da siyaset hakim
adeta kullanılıyoruz,
böylece
metropollerdeki zenginler
daha rızıklı doğuyor.
buralar yaşanacak bir yer değil
rabbim
yöneticiler bile kaçmak istiyor
lakin henüz yeterince aşıramadılar

...

rabbim
bugün afrika'da açlıktan ölüyorsa çocuklar
bir fukarağa olarak,
ben de çok kere açtım
çok kere aç yattım
dua ettim
rabbim
kınından çıkmadı kılıcın
ben
ne yapa-
bilirim?

31.5.15

vazgeçiş

...

buluşmaya gidiyorlar,
pahalı bir kafede
kız yeni küpeler almış
uzun ve zarif
herkesin fark edeceği kadar
bir erkeğin bile

oğlan endişeli
korkuyor bir şeyler ters giderse diye

kız zarif ve ince
herkesin fark edeceği kadar
bir kadının bile

oğlanın bir amacı var,
makina mühendisliği

kızın yok
kızın yalnızca arzuları var
anne olma arzusu
her kızda olduğu kadar.

ayrılmalıyız diyor oğlan
"ben mühendis olacam"

kız yatıyor,
annesinin anne olduğu yatakta
kimsesiz.
çıkarmış yeni küpelerini
ağlıyor
kah sesli
kah sessiz

19.5.15

Nasıl film izlenmemeli?

Filmden tam anlamıyla tad almak için film hakkında olabildiğince az şey okumak ve duymak gerek. Hatta bazı türlerde fragman bile izlenmemeli. Yönetmen ve senarist bilgisi filmin karşısına geçip geçmeme kararı vermekte yeterlidir. Benim en favori yöntemim, film önerilerinden memnun olduğum arkadaşlarımdan aldığım önerileri IMDB profilimde kaydetmek. Zaman buldukça da izlemek.

Patlamış mısır bir filme yapılabilecek en büyük hakaretlerden

Patlamış mısır yer, cips veya benzeri bir şey yerken insan karşısında konuşanın dediklerini bile tam olarak anlayamaz. Film büyük olasılıkla daha önce hiçbir fikir sahibi olmadığınız bir konuyu anlatmak için inşaa edilmiştir. Hiçbir fikriniz olmadığı bir konuda bilgi ve fikir alırken bir şey yemek, hem sonraki patlamış mısır tanesini bulurken kaba bakma eğilimden ötürü dikkati sarsar hem de yerken oluşan gürültüden dolayı filme olan odağınızı azaltır. Ağız yapısı gereği içerisinde bir şey öğütülürken yanınızdakilerden çok size gürültü yapar.

Siz bir film yazmış ve/veya yönetmiş olsaydınız, izleyicinizin filminiz yerine aptal patlamış mısırla ilgilenmesinden rahatsız olmaz mıydınız?

Patlamış mısır hakkında gereksiz bilgi
Amerika'da yaşanan Büyük Kriz (Büyük Buhran) esnasında halk açlık ve işsizlik sebebiyle saldırganlaşmış ve devleti yıkmaya eğilim göstermişler. Devlet de fakirleştiği için elindeki çok az kaynakla halkı doyuramıyormuş. O zamanlar filmler yarım saatten fazla olmuyormuş. Halk sinemalara dolduğunda devlet erkanları rahat ediyormuş. Devlet sinemacılara destekte bulunup film sürelerini artırmalarını sağlamış. Şu an izlediğimiz uzun metraj filmlerin babası, halkı yatıştırma fikri yani. Halk uzun metraja ilk zamanlar meraktan ilgi gösterse de sonralarda sıkıcı bulmaya başlamış, devlet de elindeki en büyük kaynak olan mısırı sinemalarda patlatıp patlatıp dağıtmış, böylece halk filmi beğenmese bile patlamış mısır yiyerek sinema salonundan çıkmıyormuş.
Gereksiz bilgi buraya kadardı

Filmden tad almıyorsanız, patlamış mısır uğruna katlanmayın. Kapatın gitsin.

Film izlerken sesli yorumlar yapmayın, yanınızdaki izleyenler de dahil o filmin o sahnesini izleyen herkes kapının arkasındaki eli bıçaklı adamı görüyor, üstün zeka falan değilsiniz yani. Zaten o eli bıçaklı adamı size yönetmen bilerek ve isteyerek gösteriyor, gerilim olsun diye. "Lan kapının arkasında eli bıçaklı adam vaaar!" telaşı gereksiz bir tespitten başka şey değil.
fotoğrafın kaynağı: btnet.com.tr

Patlamış mısırdan daha tehlikeli tad kaçırıcılar da var
Şayet arkadaşlarınız film izlerken "şu arabayla bebekte ne kız kaldırılır haa" şeklinde yorumlar yapmıyorsa, ağzını bile açmıyorsa arkadaşlarınızla film izlemekte sakınca yok. Öyle arkadaş bulmak çok zor bulduysanız kaçırmayın. Birlikte kısa filmler, diziler çektiğimiz, senaryo yazarı Orhan Vurer film izlerken genellikle mesajlaşır. Bu yüzden filmden bir bok anlamaz. Bitince sorsan konusunu bile doğru yanıtlayamaz. Ben genellikle yalnız film izlerim. Tek başıma odamda kulaklıkla izlerim, filmden en iyi randıman böyle alınıyor.

Yönetmeni anlamak
Filmi izlerken yönetmenin derdini anlamamışsanız film bittiğinde aynı filmi izlemiş insanlarla oturup eleştiri (kritik) yapamazsınız. Yönetmene tam anlamıyla teslim olmak gerek. Gösterdiği önemli noktaları görmek, konuşmaları tam dikkatle dinlemek gerek. Sanat filmi olarak kategorilendirilen "Sıkıcı" filmlerde özellikle dikkatli izleyici olmak gerekiyor. Çünkü yönetmen 3 saattir bir saksıyı gösterip sonrasındaki 5 saniyede filmde anlatmak istediği mesajı verip kaçabiliyor.

14.5.15

"sürekli gelişen telefon teknolojisi" içi boş bir tanım

hayalini kurduğumuz bir üst model telefonun, satın alalı 2 ay olan "eski model" telefonumuzdan hiçbir artısı yok. fiyatı dışında.

kamerası 16 mp'den 18 mp'e çıktı diye öncekinin 2 katı parası ödemek, elini cebimizden çıkarmayan tüketim "fenomenine" teslim olmak demektir. zaten o telefonun üzerindeki kamerayı kimse kullanmıyor. profesyonel fotoğraf çekmek için yine fotoğraf makinesi almaya el mahkum.
fotoğraf kaynağı: galeri.tamindir.com

13.5.15

Bahçem

hani o gözlerin vardı geceleri parlayan
gündüzleri içinde kaybolan
hani incecik belinle salına salına gezen sen
bilirsin her erkek bunu arar bir kadında

ben senin mavi gözlerin 
sütun bacakların için mi sevdim sanıyorsun
o zaman vay haline beni çok yanlış tanımışın
ben seni içindeki kalbin için sevdim

hani baharları çiçekler açardı ya bahçemizde 
dalları seyrek bodur güller 
her birine ayrı ayrı baktım
gül bahçesinden güller aldım 

her biri kırmızı her biri beyaz
kırmızı güller aşkı
beyaz güller hasreti anlatırlar
sonbahar geldi 

güllerim kırıldı hepsinin boynu bükük 
hüzünlü bakıyorlar bana 
bir kırmızı bir beyaz gül kaldı ayakta
ve ikisinin arasında da bir diken

11.5.15

markalamaca #2



markalamaca


kaynak: bobiler

Ne Sevda Ne Veda

Sevda yelini alıp gitsen 
Aşkımı çiğneyip geçsen 
Sana yazıldı bu yürek desem 
Ne hacet gönlüme 

Beni sevsende aşkıma ihanet etsen 

Sevda yelini çiğneyip geçsen 
Uğruna ölecek aşk bulamadıysam 
Ne hacet gönlüme

Sevdanı bırakıp kaçsan da karlı dağlara

Aşkıma kırbaç darbeleri vursan 
Sevda selini taşırsan da 
Ne hacet gönlüme

Adını yazmışlar karlı dağlara 

Hasret diye
Sandığa işlemişler hece,hece
Ben kahrolup gitsem de

Sevda ateşini söndürecek çeşme bulamadım ise

Gönlüme ne çare
Aşkından çöllere düşsemde 
Gül olup seni sevsemde 

Dikenin canımı yaksa bile 

Adını yazdım çöllere zemzem ile
Susayıp seni bulsam bile 
Ne hacet gönlüme

7.5.15

Belalı Davul filmi için çıktığımız keşiften

safa gayret fotoğrafladı.
"Ulur aya karşı kirli çakallar,
Bakar ürkek ürkek tavşanlar dağa.
Monna Rosa, bugün bende bir hal var,
Yağmur iri iri düşer toprağa,
Ulur aya karşı kirli çakallar."

(Sezai Karakoç)

rabbim sanırım kızı iyi tarif edemedim

saçları fazla uzun değil gözleri ne yeşil, ne ela belki yanına yakışmam, evet ama şükrümü duyar tüm dünya kurallarına uydum rabbim, geceleri uyudum çalışmakla geçiyor gündüzlerim bunca yıl senden bir şey istemedim biliyorum
bu isteğimi geri çevirmezsin rabbim, belki de kızı iyi tarif edemedim kız biraz yabancı buralara yanımdayken kalbim boğazımda rabbim bu kızı başkasına yazma hem hayırlı çocuklar yaparız hem de bakarsın huzur gelir vatana

... feragat etsem önceki dualarımdan,
-evi sonra da verirsin- bunu öne alamaz mıyız? rabbim
'rabbim gör rabbim duy, rabbim bağışla' rabbim daha nasıl tarif edebilirim? arası iyiymiş tiyatroyla

5.5.15

Belalı Davul'u biz çalıyoruz

Uzun görüşmeler sonucu bir sinema filmi çekme cesareti göstererek, büyük bir sorumluluk aldık. Senaryosunu çok sevdiğimiz Sözün Ustaları Dergisi'nin İmtiyaz Sahibi Cuma Ali Çetin yazdı. Yönetmenliğini kıdemli yönetmenimiz Safa Gayret yapıyor.



Şimdilik sürecin yavaş işlemesi dışında tedirgin edici bir durum yok. Ekip olarak bu film için can hıraş çalışacağız.

Filmle ilgili gelişmeleri takip edebilesiniz diye Facebook sayfası (fb.com/belalidavul) oluşturduk. Yerel gazetelere de manşet olmayı başardık. Hadi hayırlısı.

4.5.15

Karanlık Ev

o kadar önemli değil bırakıp gitmen
önemli olan kapıyı kapatman
sonra üşüyorum içeride tek başıma
karanlık duvarlarda

23.4.15

Mutlak huzur mümkün mü?

Mutlak huzur, dinlerin “cennet” adıyla andıkları zaman ve mekanın değersiz olduğu, mevcut kapasitemizin, aklımızın tanımlayamayacağı bir yerde var. Çünkü orada istenen her şey elde edilebiliyor. Hem de henüz istemeden… Zaman bu yüzden değersizdir orada.

Peki burada, beşerlerin dünyasında mutlak huzura ulaşmak mümkün mü?

Hayır, mutlak huzuru tesis etmek şu an yaşadığımız dünyada mümkün değil, ütopya bile değil. Birini mutlak huzura ulaştırmak için diğerlerinin huzurunu kaçırmamak elde değil.

Yanlarında büyüdüğüm, beni doğuran, doyuran, eğiten anne babamın mutlak huzur içerisinde yaşamasını isterim, bunu her çocuk ister. Ama şayet babam veya annem veya her ikisi mutlak huzura ulaşırlarsa dünya benim için büyük olasılıkla cehennemden farksız olacak.

Mutlak huzuru hepimiz bencilce güdülüyoruz. Bu, savaşların son bulmamasını açıklıyor. Liseli heteroseksüel bir ergenin mutlak huzur anlayışı, sınırsızca video oyun ve atıştırmalıkların (fastfood) yanında sınırsız bir cinsel deneyim silsilesidir. Bu ergen, Komşu Şule Teyze ve kızları dâhil tüm dişi insanlarla cinsel doyuma ulaşmadan mutlak huzura ulaşamayacağını düşünür. Bu ergene mutlak huzuru verdiğimizi varsayalım, karımızla kızımızla sınırsızca vakit geçirsin, yani biz bir eş ve baba olarak bu duruma ses etmemiş olsak, eşimiz ve kızımız ne derece kabul eder bu durumu? Yahut kabul etseler dahi o günden sonraki ev içi hayatımız nasıl sarsılmamış bir huzur çizgisinde devam edebilir?

Anlatmak istediğim işte bu, huzur çakışması. O ergenin mutlak huzura erişmesi için yüzlerce insanın huzuru çökecek, yaşantıları sekteye uğrayacak.

Mutlak huzura ulaşma ihtimalimiz dünyanın geriye kalan nüfusunun bizim emellerimize uygun hareket etmesine bağlı, aynı şey uğruna yaşamalı ve çalışmalıyız. Hedeflerimiz ortak olmalı. Ancak böyle mutlak huzuru tesis edebiliriz. Bunu yapabilmemiz için ya büyük savaşlarla tüm etnik ve kültürel yönden farklı olanları katletmeliyiz Hitler gibi (ki bu süreçte birçok kişinin huzurunu ve canını almış olacağız) ya da dünyanın geri kalanıyla bağlantısı olmayan bir adada kendi ırk ve kültürümüzden yeni bir dünya kuracağız ki bu bile huzur çakışmasının önüne geçmeyecektir.

Babamın benim hakkında düşlediği gelecek, benim kendim için düşlediğim gelecekten çok farklı. Örneğin babam şu an evlenip çoluk çocuğa karışmamı istiyor, ben özgürce kısa film çekmeye devam etmek istiyorum. Babam da ben de huzurlu bir hayatı düşlüyoruz ama farklı şekillerde.

Sadece kendi hayatım konusunda değil, ülkemizin geleceği konusunda da babam en az benim kadar ülkemizin kalkınmasını istiyor ama zıt siyasi görüşlere sahibiz.

Tüm bunlar yüzünden hiçbir zaman mutlak huzuru tesis edemeyiz. Bunu biliyor olsak bile.

21.4.15

ibrahim mi, iyi tanırım

öyle herkes bilmez ibrahim'i
ibrahim konuşmaz, anlatmaz,
sağı solu da pek belli olmaz hani
yazları saçlarını kısa kestirir,
kışları saçlarını uzatmaz pek
ben film çekerim.
çekimlere gelmez
film de çekmedi hiç
çektiği bir iki filmi
tefeciye borçlanarak çekmiş gibi.
adlarını bile duymak istemez.
ben müzik yaparım
yapma bırak başkaları yapsın der
sorsan ağır eleştiri yapanın canını almak ister
ağır eleştirinin ağa babasıdır

çektiğim çekemediğim her filmimin en baba destekçisidir
hiç senaryo yazarken görmedim
bir ara şiir yazıyor gibiydi ama
hatırlamıyorum

ibrahim çözülmesi zor biridir
evlenmeyi gerekli bulur ama hiç karıdan kızdan konuşmaz
ben evlenmeyi aklımdan bile geçirmem
kızlarla aramı çirkinliğim bile bozmaz

kimse bilmez, bizim ibo'nun da olmuştur, gönül işleri
peşine düşmemiş kilometrelerce, benim gibi
iyisini de o yapmış,
o yapar tabii
ben mi yapayım

geçtiğimiz aya kadar kahramanmaraş'tan tiksinirdi
şimdi şükrediyor.

sistemden,
özellikle eğitim sisteminden tiksinir,
belki de tek ortak noktamız bu.
seneye bilgisayar öğretmeni olacak
film çekmeden ölüp gidecek

ben liseden hallice bir üniversitede okudum
hocalar konuyu bilmiyordu.
yemekler de iyi değildi
gazeteci oldum
boş zamanlarımda film çekiyorum
etiyle sütüyle sisteme teslim,
aykırı biri olarak ölüp gideceğim

ibrahim benden nefret eder
ben de onu pek sevmem esasında
ama birbirimizden başka kimsemiz yok
dünya dedikleri şu bataklıkta

2.4.15

Adaleti Sarımsak Olan Cacık Olmaktan Kurtulamaz

Yazar bu eserinde Türk Adalet Sistemi'ni yine geleneksel imgeler (sarımsak, yoğurt) ile ele alarak bir kompozisyon  oluşturmuş. 
kaynak: bobiler

31.3.15

Türkiye birkaç saatliğine elektriksiz kaldı

Birkaç gündür Kahramanmaraş’ta elektrik kesintileri sıklıkla yaşanıyordu. Bugün tüm Türkiye çapında elektrik kesintisi yaşanınca herkes bir komplo teorisi üretti.

Kimi, “büyük bir askeri veya emniyet operasyonu yapılıyor, hedefi etkisiz hale getirmek kolaylaşsın diye elektrikler devlet eliyle kesiliyor.” diyor. Kimi “bu hafta mecliste görüşülecek olan nükleer santral konusunda halkı ‘nükleer santrale ihtiyacımız var’ düşüncesine çekmeliyiz niyetiyle devlet eliyle kesiliyor.” diyor.

“Seçim öncesi böyle kesintiler yaparak seçim günü kesintiler olduğunda, ‘geçen aylarda da yaşanmıştı, arıza tekrarlandı’ algısı oluşturulmak için kesiliyor.” diyenler de var.


Herkesin düşüncesi dönüp dolanıp bir komple teorisine dayanıyor. Çünkü ülke çapında bir elektrik kesintisinin özellikle de siyasetçilerin ‘haldır huldur’ Genel Seçime hazırlandığı bir dönemde yaşanması normal karşılanmıyor.

22.3.15

Evi Sattım Yıldızları da

hani geceler vardı ya soğuk geceler
hasretinden dört duvarda dönüp kavuşamayan 
işte o sensin her gece rüyalarıma giripte kaçan
sonra beni deli gibi koşturan sensin

artık sadece geceleri uymuyorum 
artık her dakika uyuyorum
belki tekrar gelirsin de kaçarsın diye korkuyorum
o yüzden hep uyuyorum

bazen caddelere  atıyorum kendimi 
yollarda yürüyorum sessizce kimsenin yüzüne bakmıyorum
çünkü seni görürüm diye
o heyecanı kaldıramıyorum,eskisi gibi yüreğim güçlü değil 

yoruldu her hecede bedenim 
kahrımdan evimide sattım artık 
artık sokaklarda yatıyorum 
yıldızların buluştuğu yerde kalıyorum

16.3.15

Güneşim ol

saatler geçiyor karanlık gecede bir sen bir ben
karanlık aydınlanır olmuş
ufukta doğan güneş 
sensiz geceler hoşçakal 

14.3.15

Murat'ın Hayatla İmtihanı 3

Hey korkak gel buraya diye çağırdım ama çok uzaktaydı koşup yetişemezdim ve bir baktım kapının önünde bir kova var içinde sıcakcık bir süt vardı.İçeri aldım süt çok güzeldi ve kovayı atmak için dışarı çıkıyordum dışarı çıkmadan altından bir not düştü.Notta şöyle yazıyordu:Seni sevdiğim için buralara kadar geldim seni dilek ağcının altında bekliyorum Fatma.İki battaniye alıp o kadar hızlı çıktım ki evden çok kısa bir sürede dilek ağcının altında buldum kendimi ve orda oturuyordu.İşte masmavi gözleriyle bana bakıyordu.Üşümüştü ve hemen battaniyeye sardım.Kocaman bir ateş yakarak ısınmıştık.Artık sabah olmak üzereydi.Fatma'yı evine kadar bırakmıştım.Annesi ve babası görmesin diye uzaktan izledim.Evden birden biri çıktı ve bu Ayşe'ydi kendi yerine onu yatırmış.Ve bende evime geldim.

27.2.15

Aşk mıydı ?

ah,kalbim
kalbim acıyor 
saat üçü on geçiyor
yalan aşık rolü nasıl yapılır gösterdiler

seviyorum hayatı  
ama hayatımda olanları değil 
kalbim acıyor 
saat üçü on geçiyor

artık ondan gizlice soluyorum aşkı 
sabahı beklemeden ölüyorum
ah,kalbim 
saat üçü on geçiyor

karanlık bulutlar şehrin üstünde
sen yoksun ya bu şehirde
yani gittin bir daha dönmeyecek misin
kalbim acıyor 
saat üçü on geçiyor

sen gidiyorsun ya şimdi
elveda demen git 
kalbim burmadan git
ah,kalbim acıyor 
saat üçü on geçiyor

19.2.15

Yağmur

Belki yağmura da gerek kalmazdı
İnsanlar bu kadar kirli olmasaydı
Monalisa'm

14.2.15

Murat'ın Hayatla İmtihanı 2

Manavcı Ahmet abisinin isteği üzerine kasaba dışında Ahmet abisinin eski kulübesine gider ve kendi kasabanın gürültüsünden uzak durmak ister ve yolda bir çobana rastlar.
- Çoban kardeş bana biraz süt verir misin ?
Çoban arkasını dönerek derki
- Ben senin nereden kardeşin oluyorum der.
Ve Murat Eros'tan aşk oku yer ve köyün çobanı Leyla'ya aşık olur.Nutku tutulmuş bir şekilde oradan uzaklaşıp kulübesine döner.Çobanı unutamaz Murat onun deniz gibi masmavi gözlerini aklına mıh gibi kazmıştım.Artık rüyamda o gündüzümde o gecemde o hep onu görüyordum.Sonra öğrendim adını Fatma imiş.Fatma ismi aklımdan hiç çıkmıyor her yerde onun ismini duyuyordum.Leyla koyunları otlatırken gördüm yanına gitmek istedim ama korktum vereceği tepkiden o yüzden sadece ona uzaktan bakmakla yetindim.Sonra öğrendim arkadaşı Ayşe'den Fatma'nın da bana sevdağlandığını artık duygular karşılıklıydı.Bir gün kulübemin önünde karanlık belirdi.Hemen tüfeğime sarıldım.Hırsız olabileceği aklıma geldi.Ama benim fakirhanemde ne çalacaktı ki.Sonra kapıyı açtım.Biri koşarak uzaklaşıyordu... 

10.2.15

bebeklerin anne doğurduğu günler

isim insanın varlığını başlatan bir şey, çok eski yıllarda küçük çocuklara kendilerini kanıtlayıncaya kadar isim vermilmezmiş. bir kahramanlık yapması sonucu isim alırmış. bu gelenek asya'da da var, kızıldereli'lerde de... "ayı boğan" gibi isimlerin böyle oluştuğunu düşünüyorum.

sonrasında bu ilkel gelenek yerini araplardan dünyaya yayıldığını düşündüğüm babanın ismi ile anılma geleneğine bırakmış. "veli oğlu selami" gibi isimler yüzyıllarca bizim topraklarımızda da kullanılmış.

fotoğraf kaynak: alosgk.com
bu, başkasından veya doğadan esinlenerek isim, ünvan kazanma yarışının günümüzdeki hali daha tuhaf. twitter'da veya bloglarda kendilerini "arda'nın annesi", "veysel'in annesi" gibi tanıtanlara sıklıkla rastlıyorum. kaleme alma ihtiyacı hissettim.

9.2.15

bunu ağlayalım


internetten okuduğum şu haberden etkilenerek başladım yazıya.

“bunu ağlayalım hiç olmazsa”. kimileri hakkı olmadığı maaşı haksız yollarla elde ederken, kimisi de %87 engelli raporu olduğu halde emekli malul aylığı alamıyor. gerekçe ise hala çalışabilecek gücü bu kişinin barındırdığı yönünde. %87 engelli raporu var, yaş olmuş 88 ve bunlara ek olarak alzheimer teşhisi konulmuş bu amcaya. soruyorum sgk  bakanlığı çalışanlarına siz bu raporları hangi vicdan ile hazırlıyorsunuz? vicdanı geçtik zaten amcanın şartlarını irdelediğinizde maaşı almaya hakkı olduğunu göreceksiniz. ama maalesef artık hiçbir şeye şaşırmadığım gibi bu duruma da şaşırmıyorum ama çok duygulanıyorum. başkalarının mağduriyeti, hakkının yenilmesi beni çok üzüyor. dediğim gibi “bunu ağlayalım hiç olmazsa.

6.2.15

Murat'ın Hayatla İmtihanı 1

Tarihler 25.01.1905'i gösteriyordu saatler gece yarısını geçmek üzereydi. Ben gene uyumuyordum sessiz gecede kar ve yağmurun sesini dinliyordum. Sokaklar yine sessizliğe bürünmüş idi. Kendisini kurt ulumalarına bırakmış bir kasaba vardı. Dışarı çok soğuktu lapa, lapa kar yağıyordu. Ama küçük kulübemde ki sobam benim içimi ısıtacak kadar sıcaktı. Dışarıdan sesler duymaya başlamıştım. Eskiden dedemin bana anlattığı kurtların dağdan şehre inip insanlara saldırdığı hikayeler geldi. Aslında dışarı çıkıp hiç bakmak istemiyordum. Sonra bir havlama sesi duydum. Bu ses benim köpeğim Dobi'ye aitti. Hiç beklem den Dobi'yi içeri aldım zavallı köpek dışarıda soğuktan ölecekmiş soğuktan ölmese bile kurtlara karşıda şansı yoktu. Onu kaybetseydim kendimi nasıl affedebilirdim. Zaten anam ve babam buranın soğuk havasında can vermişti. Ben genelde yalnız biriydim. Ama manav Ahmet Abim sağ olsun yanıma gelirdi gelirken de eli de boş gelmezdi. Bir kaç parça meyve sebze getirirdi. Artık kasabadan iyice sıkılmıştım. Buradaki insanların beni dışlamasından bıkmıştım. Ve kendi yoluma gitmeliydim...
Devamı ileri ki günlerde gelecektir.

2.2.15

Biraz da buraların dertleri anılsın #4

tepe not: bu yazımı @ben_vesaire'den esinlenerek yazıyorum.

Şaban'la köşedeki bayiinin önünde muhabbet ediyorduk. KPSS'den pek ümitliymiş falan.

-"Olum sen bağlama, gitar falan çalıyordun?" dedim.

+"Yine çalıyorum da kardeş, duymuşsundur Faruk abi mekanı kapattı. Biz de temeli Faruk abi'nin mekanına bağlı bir müzik grubu olduğumuzdan, mekan gidince ister istemez aramızda bir mesafe oluştu tabii" şeklinde izah etti.

-"Hayırlısı be kardeşim, Allah'ın izniyle KPSS'den yapmışsındır bir şeyler."

+"Pek iddialı olamıyorum kardeşim."

-"Bir torpil falan yok mu? Vali yeğeni, savcı kızı kankardeş falan?"

+"Yok be kardeşim, tek varım yoğum sizsiniz işte. Faruk abi de yalan çıktı". derken Gökhan hararetli hararetli otobüs durağına doğru gidiyordu. Bizi farkedip selam verdi. Şaban: "Gelsene lan kerhanacı" deyince, Acelesi olduğu her halinden belli Gökhan: "Selamun aleyküm gençler" diyerek yanımıza gelmek zorunda kaldı. Ve laf ettirmeden "işiniz yoksa abimin şantiyesine gidiyorum, beraber gidelim?" dedi. Ben "bana uyar akşama kadar işim yok" dedim. Şaban da onaylayınca geçtik otobüs durağına. Tam Şabanla durak bankına kuruluyorduk ki, Gökhan yeşil bir şahine yönelip bize "gelin beyler gidiyoruz" dedi. Gökhan öne, Şaban'la ben arkaya oturduk, Şoför arkadaşla selamlaştık, bastı gaza.

Öğrendik ki şoför arkadaş, Gökhan'ın abisinin kaynıymış. Gökhan, abisine yardım etmek üzere şantiyeye gidiyormuş, (Şaban'la) biz de maydanoz olduk. Gökhan'ın abisi şantiye de güvenlikçi. Şantiyeye yeni malzemeler gelmiş sekizinci katlara vinçlerle malzemeler çıkartılacakmış, direktif verecek adamlar gerekiyormuş.

Şoför arkadaş Hüseyin Kağıt mı nedir bir amatör arabeskçi hayranıymış, Şantiyeye varıncaya kadar arabesk müzik dinledik.

Şaban da yıllarca bağlama çaldı ama daha çok batı müzikleri dinler, biz onu öyle tanıdık. Bana Lourdes Hernández'i tanıtan da Şabandır.

Neyse gide gide vardık Şantiyeye, girişe yaklaşınca Gökhan abisini çaldırdı Ozan abi (Gökhan'ın abisi) bizi girişte karşıladı. Güvenlik kulübesine girdik, Ozan abi "Normal şartlarda burada dörtten az güvenlikçi olmaz, bugün hepsinin bir mazereti var, diğer vardiyanın güvenlikçileri de tek Vinç işi için çağrılmazdı, bu seferlik böyle olacak, sağolun gençler" diyerek birer çay doldurdu, iki yudum almıştık ki gürültülü bir şekilde beklenen Vinç ve diğerleri geldi.

Ozan abinin direktifleriyle Vinç şantiyeye girdi, biz de hep filmlerde, Golf sahalarında gördüğümüz araçlara benzer bir araçla D blok inşaatına gittik.

Vinçle binanın 8. katına kadar kaldırılan devasa metal malzemeleri 9. kattan halatlarla çekip 8. kata indirecektik. 8. kata sadece bir kişi bakacaktı, 3 kişi 9. katta olacaktık. Ozan abi, Gökhan ve Ben 9. kata çıktık. Şaban 8. katta kaldı. Şaban sadece malzemelerin zemine ya da tavana takılmamasına karşın Telsizle direktif vermekle görevliydi. Biz Ozan abinin bağladığı halatları yine Ozan abinin söylediği tarafa çekecektik.

Öyle de oldu. Şaban (telsizden) "sorun yok abi bu şekilde yanaştırın malzemeyi" diyordu biz de çekiştiriyorduk halatları. Ama bir ara Şaban (telsizden(Vinç operatörüne)) "abi biraz yukarı kaldır zemine çakılacak" dedi. Biz çekmeyi bıraktık tabii, Vinç az daha kaldırdı malzemeyi biz yine çekmeye başladık ki Şaban yine (telsizden) "Duruuuuuuuuuuuuun abii! kata çakıldı malzeme" dedi. Biz gürültü falan duymadık, telsizden konuştuk yavaş yavaş çekmeye başladık ki bir an da bir gürültüyle bastığımız zemin sallanmaya başladı. Biz panikle halatları bıraktık, malzemeyi tutan halatlar binadan sarktı malzeme binadan 2 metre kadar dışa sallanıp tekrar binaya doğru geliyordu. Korkudan ölecektim, malzeme binanın temel hattına çarpmış olacakki korkunç bir gürültüye bizim bulunduğumuz zemin 8. katı ezmeye başladı. Şaban için endişelenmeye başladık ama hiçbir şeyi kontrol edemez durumdaydık.

Ozan abi "koşun aşağıya iniyoruz" dedi. Binanın diğer yakasındaki merdivenlerden koştuk aşağı, 8. kata indiğimizde katın bir tarafı çökmüştü dumandan göz gözü görmez durumdaydı. Ozan abi "gençler siz aşağı inin ben Şaban'la gelecem" dedi. Gökhan beni çekiştiriyordu beraber indik aşağı. Kulübeye doğru giderken Gökhan sürekli "abi sakin ol gözünü seveyim" deyip duruyordu. Kulübeye yaklaşınca kapıda iki Ambulans belirdi. Gökhan'ın işaretiyle biri doğrudan D blok inşaatına doğru gitti, Diğer ambulanstaki görevliler benimle ilgilendiler. Beni ambulansa yatırdılar Gökhan yanımda oturuyordu, sirenleri açtılar ve ambulans hareket etmeye başladı. Gökhan, "abi hastahaneye gidiyoruz her şey yolunda" diyordu. Sonra ben yavaş yavaş bilincimi yitirdim.

Uyandığımda hastahanedeydik Babam, Gökhan ve Ozan abi yanımdaydı Kolum sarılıydı. Koluma bakınca Gökhan izah etti. Halat kesmiş. "Şaban? dedim, Şaban'a ne oldu?" Ozan abinin gözleri boş boş bakıyordu. Gökhan, "Şaban öldü abi" dedi. Kat üzerine yıkılmış, kaçamamış Şaban.

Şaban ailesinin ilk çocuğuydu. Gökhan'la ben ilkokuldan beri tanırız Şaban'ı. Ölmüş işte. Ölüp gitmiş.

Ben kolumdan bir parça et kaybetmişim, 3 ayda düzelirmiş kolum. Düzenli pansuman yapılacak, gözetim altında kalacakmışım. Ama Şaban ölmüş. Gözetim altında kalmayacakmış.

*****


Şaban'ın ailesi hiçkimseyi doğrudan suçlamadı ama yetkililer olayı beklediğimizden de fazla irdelediler, önce Ozan abi açığa alındı sonra Güvenlik şirketi mahkeme kararıyla kapatıldı. Şantiye 1 ay kadar iş yapmadı. Şaban'ın ailesi de yüklü bir tazminat haketti. Mehmet abi (Şaban'ın babası) tazminatı Şabanın cenazesine harcadı. Müftülükten izin alıp kocaman bir kabir satın aldı. Mezarlığın (kabristanın) en büyük kabri Şaban'a yapıldı.

******


Artık unutuyorduk Şaban'ı, yine çay bahçesinde muhabbet ediyorduk arkadaşlarla, yine insanlar çocuklarına balonlar satın alıyordu.

*******


Dün Harun'la kuruyemiş alalım diye pastahaneye girdik, bizim mahalleden Esra'yı gördüm, Meslek lisesi son sınıfa geçince staj yapması için "işletme bul" demişler. Esra da mahallemizin pastahanesine başvurmuş onlarda kabul etmiş. Laf lafı açtı,

Esra "Şeref'in numarası sende var mı?" dedi.

-"Şeref?" dedim.

+"Riçhırd 'Ökkeş' Godaman'ın kardeşi Şeref" dedi.

-"haa evet var, hayırdır?" dedim.

+"yav Şeref'in kuzeni Yavuz'a bir kitap vermiştim, bitirdiyse geri isteyecektim ben de numaralar silinmiş." dedi.

-"tamam dur bulayım" dedim.

rehberde "Ş" harfini aratınca en üstte Şaban çıktı.

Canım sıkıldı.

31.1.15

Ötelerden Haber

aç kapıyı sevgili 
ötelerin ötesinden haber var
ağızlarda şarkılar
sevinç besteleri var

ben geldim sevgili 
açılsın gönül kapıların
bölük,bölük giresim var
sana sonsuz bestelerim var 

26.1.15

vasiyet

mümkünse bazı köylere özgürlük gelsin,
bazı esnaflara da vergi affı
sokak başlarındaki asansörler
sarhoş etmesin
garibanları

...

herkesi aynı gökyüzüne bakmaya davet ediyorum
namaz kılan hinduları
yogadan mahrum bıraksınlar
ve muaf

beni telgraf telleriyle kelepçelemeliler
haber bekleyen güzel kızlara

beni bazı şeylerle suçlasınlar
ve lütfen güzel polisler de girsin
sorgu odasına
tüm davetkarlığıyla kızıl saçlı bir polis
gökyüzünün olmadığı bir yerlere götürsün aklımı

beni dul bir kadının çamaşır ipiyle assınlar
sırılsıklam aşığım

25.1.15

Monalisa'm

gözlerim gözlerini seçemiyor
''onlardan kalbime sevda geçemiyor''
senden bir türlü geçmiyor
Monalisa'm

ben senden önce ölmek isterim
gidersem en azından tabutumu seversin
ölürsem yanıma gelirsin
Monalisa'm 

sevdamı sana söylesem anlar mısın
yoksa güler oynar mısın
kahrımdan çürüsemde sen de beni mumyalar mısın
yoksa beni bir buçuk metre toprağa koyar mısın 
Monalisa'm

24.1.15

KURU KALABALIK

Yürüyorum binlerin arasında yapayalnız
Kaldırımları ezercesine basıyorum
Aklımda sen gölgemin üstünde dumanlar
İzmarit kutusuna dönmüş bir kafa

Üstünden binlerce kişi geçer bu kaldırımların
Ama yine de tanırlar bu yüzü
Nedensiz basıyorum artık yüzünüze
Yine de gülüyorsunuz yalnızlığımla alay edercesine

23.1.15

Moda moda değilse?

Bir kıyafetin moda oluşuna kim karar verir? Bir kadın kıyafetiyse genellikle bir gay karar verir.

Yerel televizyon programlarında düzenlenen "Bugün nasıl giysem bana yakışır?" gibi programlardaki jürilerde mutlaka en az bir gay bulunur. Kadınlar nasıl oldu da bir kadının nasıl giyinmesi gerektiğini bir gayden öğrenir hale geldi.

Bunca konuyu deşince şöyle klişe sorular da peydah oluyor tabii, Kadın kim için giyinir? Kadın kim için makyaj yapar?

fotoğraf kaynağı: trendmodeller.com
Erkeklere hitap etmek için giyinen ve makyaj yapan kadınlar için yazıyorum. Bu yazdıklarım kendileri için veya gayler için giyinen kadınları ilgilendirmeyebilir.

Biz erkekler podyumda yürüyen mankenleri genellikle seksi ve tatlı buluruz, evet. Ama kıyafetleri için aynı şeyi düşünmeyiz. Ya da kendi adıma konuşayım. O güzelim kadınlar seksi evet ama kıyafetleri ve makyajları için aynı şeyi söyleyemem. Bir erkeğin neyi seveceğini bilmeyen gaylerin tasarladığı, çizdiği, diktiği kıyafetler hiç hoş değil.

Kadın nasıl güzel?

Kıl
Rakımı yüksek yerlerde yaşayan insanların kılları daha güçlü gelişir. Aynı şekilde burunları ve kulakları da deniz seviyesindeki insanlara kıyasla daha hızlı veya çok büyür.

Bıyık, kadınlara yakışmayan bir şey. Buna ilk kim karar vermiş bilmiyorum ama isabetli olmuş. Kadınları narin, tatlı görmek istediğimiz için biz erkekler, kadına bıyık yakıştırmayız.

Kol kılları, kadın kendini daha iyi hissedecekse kol kıllarını almalı ama bence şart değil. Çok okumuş, çok yazmış, aklı başında, eli yüzü düzgün, narin, tatlı bir kadını sırf kolundaki kıllarla mutlu diye reddedecek değilim.

Kıyafet
Bu çok kapsamlı bir konu, kıyafet günümüzde mevsim şartlarından bağımsız şekillenebiliyor. Değişmeyen tek şey etkileyicilik gereksinimi. Yani ben bir erkek olarak dış görüntümün etkileyici olmasını isterim ama bunu tesis etmek için fazla gayret etmem. Kadınlar etkileyici görünmek için çok pahalı kıyafetler, kremler, bakım ve makyaj setleri edinebiliyorlar.

Bir erkek olan benim kadında görünce etkileyici bulduğum kıyafet abartısızdır. Bir kıyafet kesinlikle abartısız olmalı. Bülent Ersoy kıyafetleri gibi kıyafetten bağımsız onlarca parça taşımamalı.

Mini etek
Erkeği etkilemek için giyiniyorsanız yanlıştasınız soyunmanız lazım. Biz erkekler için "maalesef" en çekici kıyafet kadının bizzat cildi. Yani seksi görünmek istiyorsanız ve bacaklarınıza güveniyorsanız dolabınızda bol bol mini etek ve mini şort olmalı. Çoğu kez dillendirildiği gibi mini kıyafetlerinizi abartılı bir şekilde çekiştirmeniz sizi yine itici yapacaktır. Minilikte sınırı siz belirleyin, çekiştire çekiştire gezinmeyin.

"Fazla seksi olmayayım ama etkileyici görüneyim"
Gibi şeyler diyorsanız yine tek parça kıyafet yani elbise öneririm. Aslında ben hemen her boyda, kiloda kadına tek parça elbise yakıştırırım. Elbise mini olmak zorunda da değil dizin 1-2 karış altında biten veya tamamen topuklara kadar uzanan bir elbise de oldukça etkileyici görünür. Kadında pantolon gömlek görmeyi pek tercih etmiyorum. Yine de elbiseyle gidilemeyecek etkinliklere pantolon gömlek veya t-shirt ile katılabilirsiniz tabii. Bu konuda en abartılı örnek Ellen DeGeneres. Bu çıtayı zorlamayın. Soğuktan korunmak için giyilen manto gibi şeylerin görüntüsüne hiç önem vermiyorum. Salaş ve kullanışsız olmasın yeter.

Makyaj
Makyaj, dış görünümde en hassas konu. Ben bir erkek olarak abartılı makyajdan nefret ediyorum. Öyle her şeyden kolay nefret eden biri de değilimdir. Abartılı makyajdan hiç haz etmiyorum. Arkadaşlarınızla sarılıp birbirinizin sırtını sıvazladıktan sonra ayrılınca yüzünüzün bir kısmı arkadaşınızın omzunda kalıyorsa yanlıştasınız. O kadar şey bocalayıp narin cildinize işkence etmeyin. Makyajla kapatmadan insan içinde rahat edemediğiniz bir cild kusurunuz falan yoksa asla yüzünüze el dokundurulmayacak kadar malzeme bocalamayın. Oje denilen şeyi hiç çekici bulmuyorum, itici de bulmuyorum gereksiz bence, boşuna masraf. Kendinize yakıştırdığınız bir ruj kullanabilirsiniz ama bu da şart değil. Doğal dudak renginiz de oldukça hoş.

Siz siz olun
Kendinize yakıştırmadığınız şekilde giyinmeyin ve makyaj yapmayın. Giydiğiniz kıyafet veya yaptığınız makyaj yüzünden rahat edemiyorsanız etrafınızda sizinle ilgili erkekler de rahatsız oluyor.

21.1.15

Biraz da buraların dertleri anılsın #3

Harun'la kümbet çamlık parkında oturuyorduk ki Harun "artık buralar bile serin değil amına koyim, iklimleri nasıl siktiysek." dedi. Az ötede bir beyamca oturuyordu "küfürlü konuşmayın gençler" dedi. Harun da "haksız mıyım beyamca şu barajlar, arabalar parfümler olmasa rahat rahat bir yaz mevsimi geçirirdik" dedi. Beyamca "haklısın da küfür çözmezki iklim sorunlarını" dedi. Ben de ikiniz de haklısınız kapatalım konuyu dedim zaten beyamca kalktı gitti.

Harun'a mesaj geldi. Kaan nerde olduğumuzu soruyor. Harun'un da bedava dakikası vardı aradık çağırdık çamlık parkına gelirken de içecek bir şeyler al diye tembihledi Harun.

Az aşağıda da bir gürültü duyduk, bir ağır vasıta sokağı gürültüye boğarak bir o tarafa bir bu tarafa gidiyordu. Meğer bu sokakta çarşamba pazarı kurulduğundan belediye çarşamba akşamları sokağı özel araçlarla temizletiyormuş. Dün akşam da araç mı ağrıza yapmış, işçilerden birinin hanımı mı doğum yapmış nedir bugüne kalmış temizlik işi. Gençler de tam bisikletle yarış organize etmişlerdi ki sokak kapatılınca oflaya puflaya aşağı sokağa gittiler.

Sevgili

ama sen uzaklardasın uzaklardaydın hep 
şelaleler akardı bizim şehrin kıyısından
çoşku ile aktığını ben gördüm  
bir gün bir çobana rastlarsan beni sor ona beni

çoban bilmezse beni dağlara sor 
dağlar bilir beni 
fırtınaların yerini sesi olmayan taşlar alır
fısıltıyla anlatır beni sana

bense hep uzakta dağların arkasında
sessiz sessiz fısıltılarla seni zikrediyorum
dumanlar yükseliyor mavi bulutlara 
birden kararıyor hava

bulutlar hizaya geçiyorlar harp düzeni alıyorlar 
ve başlıyor  hüzünlü bulutlar sen bilmiyorsun  ama
onlar beni anlatıyorlar 
her damlada sana sevgimi sana öfkemi anlatıyorlar