Hasan ve Siyah
O
günden sonra belki yüz bin defa Hatıram Olsun'u dinledik Hasan'la.
Coşkun Sabah söylüyor Hasan sigarasını ciğerlerinin en
dibindeki hücrelere kadar çekiyordu. Yalnızlığı dumanın
kasvetinden değildi. Oflaya oflaya vuruyordu rakı
bardağını arabanın kaputunun üstüne, dikiyordu kafasına.
Hani karşıda bir dağ olsa ayaklanır gelirdi Hasan'ın yanına,
teselli vermez, bir kadehte o içerdi. Kendince haklı
sebepleri vardı bu hareketlerinin. Seviyordu ve
imkansızdı. Gerçekten imkansızı ilk defa onda görmüştüm. O
güne kadar her şeyin bir yolu olduğuna inanırdım. Hasan yirmi dört
yaşındaydı ve işsizdi. Hepimiz gibi. Hasan'ı Hz. İsa görse
şükrederdi çektiği acılara bakıp bakıp. Arabası Kartal'dı. Sol
farı olmadığından iki kere ceza yemiş üçüncüye ceza yazan
polisleri dövmüştü. Müslüm Gürses öldüğü gün kendisini eve
kapatmış, üç gün çıkmamıştı. Sonra gördüğümde yetim kalmış
gibiydi. Hasan yirmi bir yaşındaydı ve aşıktı. Gerçekten
aşıktı. Sanıyorum ki dünyanın ilk oluşum evresinden beri
aşıktı. Sonsuzluk yaratılırken bile aşıktı. Yakın
arkadaşımdı, bir gün babasını öldürmekten korkardı. Annesi
babasına aşık olmuş gençken. Ailesi vermemiş işsiz diye, bütün
herkesi karşısına alıp kaçmış babasına. Biz işte, insanlar.
Aşık olduğu kadına değinmeyeceğim ama evli ve iki çocuk
annesiydi. Kızıl saçları vardı. Hasan o kadar seviyordu ki
kadına tek kelime laf etmemişti. Kadının Hasan'ın
varlığından bile haberi yoktu. "Çocuğu var. Sevmese çocuk
yapmazdı," dedi. Hasan tertemiz severdi. Gecenin en karanlık
saatlerinde hep köprü ayağında olurdu. Gecenin en siyah
vaktinde bile bembeyaz severdi. Artık oradan geçen polisler
bile rahatsız etmezdi Hasan'ı. Askere gitmemek, onunla aynı
şehirde kalmak için üniversite bile okuyordu. Dükkanlarına
gelmiş o sırada görmüş onu. Sonra dükkanın kapılarını bile
kilitlemeden evine kadar takip etmiş. O gün kasalarını
patlatmışlardı. Dakika bir gol bir der acı acı gülerdi hep. O an
anlamıştı belki Hasan, ama hiç bırakmamıştı peşini.
Öğretmendi, Kayserili. Otuz iki yaşında 14 Eylül doğumlu.
Adının baş harfini bile kazımamıştı koluna Hasan. Öyle
tertemiz severdi. Hayal bile etmezdi, belki de yakıştıramazdı
kendisine bilmiyorum. Köprü ayağında olmadığı gün
evlerinin önünde arabada içiyor olurdu. Ne çektiyse Hasan
kendine çekti. Hiç kimseye bir zararı dokunmaz hatta sokak
köpeklerini bile severdi. Öyle temizdi. Bir gün şiir bile yazdı
onun için ama vermedi. Veremedi belki de. Cüzdanının arasına
sıkıştırdı. Çok iyi anlıyorum o acıyı. Şiiri cüzdanının
arasına sıkıştırmayı, ellerin ceplerinde gezmeyi. Yedi
milyar küsür insanın içinde yedi milyar küsür cüzdanın arasında
yedi milyar küsür şiirin içinde yedi milyar küsür sözcüğün
içinde gizliydi Hasan'ın aşkı. Bulamadık, kadında bulamadı.
Hasan kendini kaybetti, kendide bulamadı. Ben gittim sonra
şehirden, bir yıl sonra geldiğimde söylediler. Ararken
kaybolmuş, "belki bulurum," demiş. Bir mektup yazmış sonra ona,
şimdi mektupta ne yazdığını söylemeyeceğim ama kalbimin
ortasına sancıyı saplayan şunlar oldu; "bir köpüğe bakıp,
yanan bir külde yahut yukarılara çıkan dumanda görüyorum seni.
Sadece öyle görüyorum. Sen iyi bir insansın. Seni tanıdıktan
sonra bende değiştim. Cennet'te görüşmek için. O halde bana
müsaade. Baktım, çok baktım. Sağa sola aşağı yukarı,
kaldırımları aşındırdım. Görmedin. Ben sana baktıkça ben
kayboldum. Sonsuzluk sanki senin yüzün. Olsun, bir çay bahçesinde
buluşuruz bir gün."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder