***
ilkokulda yaza yaza bileklerim ağrırdı. öğretmen "yazmak zorundasınız" demese yazmazdım. ve genelde öğretmen "yazmak zorundasınız" derdi. ortaokulda da gidişat bu yöndeydi. lisede "yazmak zorundasınız" sözünü daha az duyuyordum. kalem tutmaktan nefret ediyorsam bu zorunluluklar yüzünden. ve üstelik öğretmen ayakkabısının topuğuyla zemini döverek sıralarımız arasında yürürken bir yandan da okurken "de ayrı" falan diye uyarmasa de'leri ayırmazdım.dil bilgim öğretmenin elindeki kitabı okuyuşuyla sabitti. daha kötüsü öğretmen ödev verirse ve evde kitabı ablama okutup yazarsam ablam uyarmadığı için de'ler falan hep bitişik olurdu. oğuz cemcir'in dediği gibi "ezberci eğitim hacı" ezberci.
gel zaman git zaman, lisede bir hevesle ve biraz da öğretmenin okuduklarından ben de yazabilirim belki motivasyonuyla blog yazmaya başladım. tabii yine de'ler bitişik. lise sonda falan "türkçe'nin yeri ve önemi" gibi konuları ciddiye almaya başladım galiba. ayrı yazılması gereken de'leri ayrı yazmaya başladığım dönem de yine bu dönemdir.
tabii derslere yazarak çalıştığımda yakaladığım "başarı" da yazma şevkimi güçlendirdi. ve yazmanın en büyük motivasyonlarından biri de konuşamamak. öyle her konuyu konuşamıyordum. hâla var biraz bu. bu nedenle yazmayı daha içselleştirdim ve hep yazdım aslında. ilkokuldan liseye bilinçsizce daha sonra isteye isteye yazdım. yazarken kendime bir şeyler kattım. çünkü bu yazdıklarım içerisinde yeni tabirler, terimler kullanmak durumunda kalıyordum ve hemen google'a yazıyordum o terimi, araştırıyordum kendimce. "öğrencinin rutin sorunları" temalı bir yazı hazırlarken siyaset bilimi hakkında da fikir sahibi olabiliyordum. yazarken bir şeyler öğreniyordum.
yazmayı en cazip yapan şeylerden biri de şüphesiz geri alabilme güzelliği. "kuzenim yazmış" ciddiyetsizliğinde değil tabii ki. örneğin ben şu an "yayınla" düğmesine basarak yazımı bu haliyle yayınlayabilirim veya birkaç kez baştan sona okuyup hatalarımı, kusurlarımı düzelttikten sonra yayınlayabilirim. mektup da böyle değil midir? yazarken daha kolay ifade ederiz kendimizi. ağzımızdan çıkanı geri alamayız ama kalemimizden çıkanı geri alabiliriz. biz insanoğlunun yazarak kendini daha iyi ifade edebildiğine bir kanıt da hoşlanılan kişiye yazarak "açılma" eğilimi. konuşmak yerine yazmak hemen herkesin birincil seçeneği.
daha önce dergi, kitap, ortak blog gibi bir yerlerde yazmışlar bilirler ki, yazdıktan sonra "gönder" düğmesine basınca insan bir rahatlar biraz soğumuş çayı fondipler falan. bunlar güzel şeyler azizim. böyle bakınca yazmak bir nevi terapi. terapi demişken "serbest yazım" gibi bir şey vardır. filmlerde falan görürüz. terapist der ki "eline bir kağıt kalem al ve aklına gelen her şeyi yaz. özgürce yaz." yazmak biraz da kişinin kendine itiraf edemediklerini itiraf etmesi galiba. emin değilim. cahilim fikrim taze.
bir de şiir yazmak var. şiir konusunda da kişinin kendine itiraf edemediklerini kaleme alması gibi düşünüyorum. "şairler tuhaf insanlardır" tespiti bir kişiye ait değil sonuçta. bir de şiir yazmak biraz da erkek işi galiba. ibrahim aksakal der ki "'erkek adam ağlamaz' gibi mahalle baskıları sonucunda erkekler kendilerini bazı konularda hep susturur, dizginler. ve bu bir yerde patlak verir. ya şiir yazar ya resim çizer, belki de boy boy heykeller diker." yani insan biraz da kendini anlatamadığından sanatçı olur. sanatçı hep biraz mazlum ve mağdurdur zaten.
bir de tüm bunların dışında bir kıza yazmak vardır. sahi niye sadece biz erkekler yazarız? bak bu da incelenmesi gereken bir konu. bir kız niye bir erkeğe yazmaz? ya da yazmaz mı? niye kızların bu minvalde yaptıklarını "yardım istiyor" falan gibi algılıyoruz da erkeğin yaptığını "yazmak" olarak algılıyoruz. ben hiç dışarda bir kadına saat sormadım mesela. sormak zorunda da kalmadım aslında ama saati sormam icap etse evvela hemcinsimi ararım. çünkü "afedersiniz, saat kaç?" diye bir kadına yaklaşsam çantasıyla vuracakmış gibi geliyor bana. böyle düşünüyor olmamda yerli senaristlerimizin de etkisi olabilir. ama bir kadın "afedersiniz, saat kaç?" diye sorsa bana. hiç de "aa bana yazıyor" falan diye düşünmem yani. aslında hiçbir kadın bana saat sormadı. belki sorsa ben de öyle düşün... yok lan aptal mıyım ben? niye öyle düşüneyim. saati öğrenmek istemiş ve sormuştur illaki.
yazmak biraz da okunmak istemektir galiba. yani insan hiç okunmamak için yazmaz gibi geliyor bana. günlük tutmanın gayesini bu yüzden anlamadan öleceğim galiba. ne çok galiba diyorum bu beni mütevazi gösteriyor mu? bu sorumu kaç kişi yanıtlarsa o kadar arkadaşım var demektir. yazmaktan çok okumak marifettir bu sebeple. okumak besler adamı. ama yazmak da besler. bunu bir yerlere yazmak lazım. kesinlikle yazarken beslenebilir insan.
***
evet mümkün.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder